Psikanalizin Politik Projesi

Sahip Olmadığımız Şeyin Keyfini Sürmek

Todd McGowan

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
Giriş: Psikanalik Politika Düşmanlığı
Lacan’ın “Kant ile Sade” makalesinde ortaya koyduğu devrim niteliğindeki sadizm yorumu tam olarak bunu ileri sürer. Bu makalenin okurları çoğunlukla Kantçı ahlak ile Sadeci sapkınlık arasındaki felsefi bağlantıya odaklanır, ama Lacan'ın bu makalede attığı en önemli adım sadizmin cazibesine dair açıklamalarında saklıdır. Geleneksel olarak, çoğu insan sadisti kurbanlarına nesne muamelesi yapmakla itham eder, oysa Lacan'a göre sadistin yaptığı şey kendisini ötekinin keyif nesnesine çevirmektir aslında. Şöyle der Lacan: “Sadist Öteki'nde var olmanın sancısından muaftır, ama bu durumun kendisini “ebedi bir nesne” haline getirdiğinin farkında değildir” Acıyı öteki çekmesine karşın, yegâne keyif figürü de yine odur. Sadistin sadist edimde bulduğu keyif işte bu ötekine atfedilen keyiftir; sadist edimin amacı keyfe neden olmaktır. Bu manada, sadizm baş aşağı edilmiş bir mazoşizm formudur aslında, temel öznellik yapısı korunur.
4. Kaygıyı Sürdürmek
Ötekinin keyfine nasıl muamele ettiğimiz kendi keyfimizle nasıl bir ilişki içinde olduğumuzun göstergesidir. Ötekinde canımızı sıkan şey -ötekinin keyfinin bizim varoluşumuzda meydana getirdiği rahatsızlık- kendi keyif alma tarzımızdır. Eğer ötekinin keyfinden keyif almasaydık, ona şahit olmak bizi psişik olarak rahatsız etmezdi. Ona kayıtsız kalır, kendi işimize gücümüze odaklanırdık. Mesela, toplu taşımada çalan radyodan rahatsız olduğumuzda, radyonun kapatılmasını isteyip, bu şekilde dinlemek istemediğimiz o müziği dinlemek zorunda kalmayız; ama o rahatsız edici müziğin çalınması sayesinde deneyimlediğimiz yabancı keyif gösterisini de deneyimlemeyiz. Ötekinin keyfinin bizim dikkatimizi çekiyor olmasının kendisi bu keyifle aramızdaki mahrem -daha doğrusu na-mahrem (extimate)- ilişkinin göstergesidir.
Sayfa 193Kitabı okudu
Reklam
7. Bilgiye Karşı
Bir belgesel kendisini bilgi vermekle sınırlandırıyorsa eğer, bunun sonucu ortadan kaldırmaya çalıştığı soruna katkıda bulunmak olacaktır.
Sayfa 301Kitabı okudu
Giriş: Psikanalik Politika Düşmanlığı
Oysa psikanaliz açısından, bilgiyle ilerleme arasındaki bağlantı ilerleme ihtimalinin lanetidir. Özne bilmeyi değil bilmemeyi arzular, kendi varoluşunu sakınılan bu bilgi etrafında örgütler. Lacan bunu XXI. Seminer de açıkça ifade etmiştir: “Bilgi arzusu değil de... bir bilme korkusu vardır asıl. Sakındığımız bu bilgi bilinçdışının bilgisidir, çünkü bu bilgi bizi ölüm dürtüsünün gücüyle, tekrarın kaçınılmazlığıyla yüzleştirir. Yol almamıza, geleceğe umutla bakmamıza imkân veren bilmediğimiz şeydir-ahmaklığın bize özgü formudur. Bilmeye dönük bu temel ret olmasaydı şayet, özne devam filan edemezdi.
7. Bilgiye Karşı
Platon ve Aristo gibi erken demokrasi muhalifleri demokratik aşırılığa denge ve düzen düşüncesiyle karşı çıkmışlardır. Hem Platon hem de Aristo için, en iyi yönetim biçimi, demokrasiden ziyade, en iyi olanın en iyi olduğu için yönettiği aristokrasidir. Demokrasiden farklı olarak, aristokrat yönetim bir kamu yararı vizyonuyla hareket eder. Demokratik yönetim altında, toplumsal düzen kamu yararının peşinden gitmeyi bırakıp, şahsi menfaatler arasındaki çatışmanın gelişmesini engelleyecek sınırların olmadığı anarşik bir duruma geçer. Demokrasi toplumun tahammül edebileceğinden çok daha fazla keyfin patlak vermesini imler. Platon ve Aristo, bu erken demokrasi muhalifleri, demokrasinin çağdaş destekçilerinden çok çok daha iyi bir argüman öne sürmüşlerdir.
Sayfa 304Kitabı okudu
10. İnancın Zorunluluğu
Öznenin gerçekleştirdiği ilk inanma eyleminin dinle uzaktan yakından alakası yoktur. Bu ilk eylem, imleyen düzenine atılan ilk adıma tekabül eder. Özne konuşmaya başladığında, sözcüklerin ötekilerin (çoğunlukla da ebeveynlerin) onlara atfettiği anlama sahip olduğuna dair inancı kabul eder. Çocuk şeylerin belli bir görünümüyle ilişkilendirilen “kırmızı” sözcüğünü o kadar çok duyar ki sonunda bu bağlantıya inanmaya başlar. Ama bu en nihayetinde ötekilerin inandığı bir inançtır ve bu yüzden de nihai bir temeli yoktur, nihai olarak doğrulanamazdır. İnanç Tanrı'ya duyulan bir inançtan ziyade, ötekilerin sadakatine duyulan bir inançtır. Konuşan özneleri birbirine bağlayan şey, Jurgen Habermas'ın öne sürdüğü gibi konuşma eyleminin barındırdığı temel bir rasyonaliteden ziyade, anlamın kendisine inanma eylemidir. Habermas dilin gücünden doğan ve her ifadeyi destekleyen bir güvence olduğu görüşündedir, oysa psikanalitik yaklaşıma göre konuşmanın hiçbir temeli yoktur, kendisine dayanarak kesinliğe sahip olunabilecek bir temel uzlaşı yoktur. Ötekinin inanci dışındaki hiçbir şey anlama güvence oluşturmaz ve bu inancın hiçbir kesinliği yoktur. Toplumsal bağ, bu bağa giren öznenin özgür eylemine bağlıdır; bu özgür eylem daima bir inanma eylemidir. Özne bilmeden, inancinin doğru çıkıp çıkmayacağına dair hiçbir güvenceye sahip olmadan eylemek zorundadır.
Sayfa 406Kitabı okudu
Reklam
1. Öznelliğin Oluşumu
Çocuk imgesine üzerimizde sahip olduğu gücü veren şey nostaljidir. Bu imgeye boyun eğdiğimiz için kaybın en küçük çocukların deneyiminde bile oynadığı kurucu rolü göremez hale geliyoruz. Bir perspektif yanılsaması sayesinde, çocuk bize varoluş travmasının zarar vermediği bir varlık olarak görünüyor.
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.