Isabel'e aldığım mavi defter gözüme çarptı. Defterin ilk birkaç sayfası onun küçük notlarıyla, hastalığının son günlerinde bana yazdığı notlarla doluydu. Çoğu kısacık, basit şeylerdi. "Su lütfen", "Sağ ol," ya da "sevgili Anna..." Ancak aşırı büyüklükteki titrek harflere bakıp yazdıklarının açık seçik okunabilmesi için harcadığı çabayı düşününce o basit notlar basit görünmekten çıktı. Binlerce anı hep birlikte canlanmıştı. Hiç düşünmeden o sayfaları yırttım, düzgünce katlayıp çantama koydum. Sonra da nice zaman önce Bay Gambino'dan satın aldığım kurşunkalemlerinden birine uzandım, defteri dizlerime dayayarak bu mektuba başladım.
Kitaba veda ettim, ülkeme dönmek fikrine veda ettim. Kendime bile veda etmeye çalıştım. Yavaş yavaş, Buda'nınkine benzer bir dinginliğe kavuştum. Köşemde oturuyor, çevremle hiç ilgilenmiyordum. Bedenim olmasa, midemin ve bağırsaklarımın zaman zaman ortaya çıkan gereksinimleri olmasa, bir daha asla yerimden kıpırdamayabilirdim. Hiçbir şey istememek, diyordum kendi kendime, hiçbir şeye sahip olmamak, hiçliğe kavuşabilmek. Bundan daha iyi bir çözüm düşünemiyordum. Sonunda benim yaşamamla bir taşın varoluşu arasında hiç fark kalmadı.