قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُونٖى يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ
âyetinde i'cazlı bir îcaz vardır. Çünkü çok cümleler, bu üç cümlenin içinde dercedilmiştir. Şöyle ki: Şu âyet diyor ki: Allah'a (Celle Celâlühü) îmânınız varsa, elbette Allah'ı seveceksiniz. Mâdem Allah'ı seversiniz, Allah'ın sevdiği tarzı yapacaksınız. Ve o sevdiği tarz ise, Allah'ın sevdiği zâta benzemelisiniz. Ona benzemek ise, Ona ittiba etmektir. Ne vakit Ona ittiba etseniz, Allah da sizi sevecek. Zâten siz Allah'ı seversiniz, tâ ki Allah da sizi sevsin."
"De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin." Âl-i İmrân Sûresi, 3:31.
İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sâni diyor ki: "Ben seyr-i sülûk-i ruhanîde görüyordum ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'dan mervî olan kelimât nurludur, sünnet-i seniyye şuaı ile parlıyor. O'ndan mervî olmayan parlak ve kuvvetli virdleri ve halleri gördüğüm vakit, üstünde o nur yoktu. Bu kısmın en parlağı, evvelkinin en azına mukâbil gelmiyordu. Bundan anladım ki; sünnet-i seniyyenin şuaı, bir iksirdir. Hem o sünnet, nur isteyenlere kâfidir, hâriçte nur aramağa ihtiyaç yoktur."