SUS BARBATUS! 2
Birinci kitapta kışın karlı günlerinde yaşananlara tanık olduk. Bu ciltte ise durmadan yağmur yağdı. İzmir’in de okuduğum sırada yağmurlu olması hayal gücüme katkıda bulundu. Yağmurlu havayı bu kadar iyi gözlemleyip bu kadar iyi aktarması yazarın anlatımına hayran bıraktı beni.
İlk ciltte Kenan ve Zeynep ikilisinin yaşadıkları verilirken bir yandan da devrimci gençler verilmişti. 12 Eylül’e giden olaylar bu kitapta daha yoğun işlenmiş. Yine fonda Elif ve Civan Yusuf’un aşk öyküsü var. Ancak “emek, hak, özgürlük” diyen gençler ön planda tutulmuş.
Yazar, doğaya ve insanın doğayla bütünleşmesine hemen her fırsatta yer vermiş. İnsan ile doğa ve doğadaki varlıklar arasında fark gözetmemiş. Hatta kuş, köpek, domuz, ceylan isimlerini büyük harfle yazarak doğanın daha önemli olduğunu vurgulamış bence. Şu sözleri okuduğumuzda bunu daha iyi anlarız: “Bir çalının kaderi neyse seninki de o, daha fazlası değil. Diyelim ki, yaşam insana neden daha fazla değer versin? Oysa insan yaşadığı güçlükleri abartmaya meyillidir. Sanki o insan olmakla bunun daha azını hak etmiş.” Kitabın bütün olayları, kahramanları elbette çok etkiliyor okuru ama en önemlisi hissettirdiği duygular. “Doğayla insan, insanla insan bir arada uyumla yaşayabilir.” fikrine varıyoruz. Bunca zulüm, bunca mücadele ve bunca haksızlık o kadar boşuna ki...
Romanda hem üsluba etki eden hem de eser örnekleriyle karşımıza çıkan Dede Korkut’tan Köroğlu destanına, Yaşar Kemal’den Maupassant’a kadar geniş bir yelpaze var.