Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Tahrir Vazifeleri

İsmet Özel

En Eski Tahrir Vazifeleri Sözleri ve Alıntıları

En Eski Tahrir Vazifeleri sözleri ve alıntılarını, en eski Tahrir Vazifeleri kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Sen ve ben birbirimize muhtaç değiliz. Bizler yalnızca muhtaç yaratıklarız o kadar.
Yılmadan yap. Fırsatı kaçıracağın için değil, önünde yılgınlık göstereceğin her kimsenin bir zorba veya zorba adayı olması yüzünden. Yılma ki sıcaktan kavrulana gölgen, suda boğulana elin erişsin. Önce yap, sonra açıklarsın. Bilgece yap. Yani koruyarak, yani için titreyerek, yani yıkılmasın diye. Tutkuyla yap. Sana verilen yaşama gücünü kullan. Yılmadan, bilgece ve tutkuyla. Önce yap, sonra açıklarsın...
Reklam
‘’Sen ve ben çoğu kimse değiliz. Demek ki çoğu kimsenin durumu bize uymaz. Dünyada rahatlık aramıyoruz, dünyanın katılığını olağan karşılamıyoruz ve bu katılığa katılıkla cevap vermek gerektiğini düşünmüyoruz. O halde dünyada rahatlık aramıyoruz diye eziyeti onayladığımız söylenebilir mi? Dünyanın katılığına katılıkla cevap veremeyeceğimize göre yumuşaklık gösterip ezilmeyi mi kabullendik? Yenilmeyi göze mi aldık? İşte diyalektik tuzağı. Sen ve ben bu tuzağa yakalanmadığımız kadar insanız. Çoğu kimse bu tuzağa düştüğü için insanlığından uzaklaşıyor. Diyalektik düşünce birbirine zıt iki tarafı gösteriyor. Katılık ve yumuşaklık gibi. Oysa insan olmak iki zıt taraftan birine ait kalmakla mümkün değil. İnsan demek ünsiyet sahibi olabilen, ünsiyet kurabilen demek. Tıpkı seninle benim kurduğum ünsiyet gibi, bir çok ünsiyetin ürünüdür insan. İnsan yerle gök arasındadır, ne tam olarak yere, ne tam olarak göğe aittir. İnsan akılla şehvet arasındadır, bu ikisinden birinin alanında kalanı artık insan diye adlandıramayız.’’
‘’Düş kırıklığı dediğim zaman eskilerin "sükût-i hayâl" dedikleri şeyi kastetmiyorum. Hayal kurmakla başım hiç hoş değildir. Gelecekten beklediği nelerse onları kafada keyfince şekillendirip sonra onlara uymayan durumlarla karşılaşınca hayalleri yıkılan kimselerden değilim. Güvendiğim dağlara kar yağmış falan değil. Derinden bir düş kırıklığı benimkisi. Geçen her gecenin leyle-i kadar, karşılaştığım her kişinin Hızır olmadığını anladığım zaman kırılıyorum. Böylece kırılan bir düş haline dönüştüğümü görüyorum. Evet, bizzat kendim bir düş kırıklığıyım, kırık bir rüyayım ben. Ve hepimiz öyleyiz.’’
‘’Benzer ve farklı davranışlarıyla insanlar topluca kendi ortamlarını oluşturuyorlar. Belki bütün yer küre göz önüne alınırsa bütünleşmemiş olsa bile büyük bir insanlık ortamından söz etmemiz mümkün. En azından dış görünüş bakımından böyle. Sınırlı bir ortamda çevreye uyumsuzluk gösterenler, çoğu zaman ya zaman yahut yer bakımından bir başka ortama uyum sağlamış bulunanlardır. Andersen'in Uçan Sandık masalının kahramanı "İndiğim ülke İran olduğu için" diyordu, "yatak kıyafetimle sokakta dolaştığım kimsenin dikkatini çekmedi."
‘’Heidegger'in kurduğu hayranlık verici bir yakınlık insanoğlunun kendine biçilen ömrü değerlendirirken sonuna kadar yararlanabileceği türden: Das Denken dankt (düşünce şükreder). Buradan şükretmeyenin düşünceyle bağını kopardığı, düşünmeyenin de şükredemeyeceği sonucu çıkarabilir miyiz? Ben böyle bir sonucun çıkarılmasına yatkınım. Düşüncenin yalnızca bir zihin hüneri olmadığı, beraberinde bir ahlak getirdiğini anlatıyor düşünmekle şükretmek arasında kurulan yakınlık. Bazı karmaşık çözümlemelerin ustalıkla altından kalkanlar düşüncenin ve düşünmenin insana asıl kazandıracağı değeri teğet geçebiliyorlar. Bu kimselerden biri de J.P. Sartre. Bir mülakatında "Romanın böyle gözden düşeceğini bilseydim, hiç roman yazmazdım" dediğini okuduğumda iki bakımdan şaşırmıştım. İlk şaştığım husus, edebiyat ve düşünce dünyasıyla bu ölçüde iç içe bulunan birinin nasıl olup da böyle sözler edebileceğiydi. Belki de bu kişi edebiyatın ve düşüncenin gerçekten içinde değildi. İşinin adamı değildi belki. İkinci olarak sonunda bu kabil sözler edebilecek birini, bu vasfı itibariyle daha baştan neden teşhis edemediğimize (edemediğime) şaşmıştım. Anlaşıldığı kadarıyla sanatta bağlanmayı savunan Sartre, sanata bağlanmaya bizim verdiğimiz, birçok sanatçının verdiği anlamı vermiyordu. Kim bilir, belki de sanata bağlanmaya bir anlam vermiyordu.’’
Reklam
‘’Beni öze çeken şey benim ne'liğimdir. Ne'yim ki çekiliyorum. Çekip çevriliyor, döndürülüyorum. Benim değişkenlik ve uyarlanabilirliğim öz-ne olarak özelliğim değil, değiştirilebilir ve uyarlanabilir kul olarak özelliğimdir. Sahip olduğum insan biçimiyle ne-ise-ne değilim, çünkü ne'liğim bende mündemiç değil ve yönelerek ne'lik kazanıyorum. Ne-ise-ne değilim çünkü çekip çevrilmekle ilgi alanı içindeyim. Sahip olduğum insan biçimiyle öz-ne değilim çünkü hiçbir şey bende başlamıyor ve bende bitmiyor. Öz’lük bende değil. Bende bulunan yalnızca kulluğumdur: Oluşa ve ölüşe, olduruşa ve öldürüşe açık kulluğum.’’
‘’Bir insan diğer bir insana "seni Allah için seviyorum" derse, sevgimle yaratılışıma katılıyorum; seni ve sende olanı tüketip yutmaya gelmedim, sana bağlanışımın canlılara can veren bağlanışa ilâve olmasını gözetiyorum demiş olur. Kısacası, Allah için sevmek bağları pekiştirmek, çözülüşe, çürüyüşe, yıkılışa karşı durmak demektir. Karşılaşmak da bu işe yarar ancak. Sevgiyi korumak sevileni korumakla olur; sevileni bitiren sevgiyi de bitirmiş demektir. Allah için seven bir bağlanışla bütün bağlanışlara riayet eder.’’
‘’Sevgi dünyada sakin kalınabilir bir ilişki kurar; aşk sükûneti bozar, insanı varoluş eylemine fırlatır. Aşkın tezahürü bir oluşumun hem öncesinde ve hem de ertesindedir. Bir oluşumun öncesindedir, çünkü âşıkın önünde varoluş amacı bulunmaktadır. Bir oluşumun ertesindedir, çünkü sevgiyle başlayan yakınlaşma duygusu kendi başına bir eylem potansiyeli katına yükselerek aşka dönüşmüştür. Sevgi aşka dönüşebilir, fakat aşkın gerileyerek sevgi basamağına inmesi söz konusu değildir.’’
İstediklerimizdir biz insanları hayat içinde anlamlı bölgelere ulaştıracak, ihtiyaçlarımız değil. İsteklerimiz, irademizin harekete geçmiş halidir. İsteriz, istekte bulunuruz, dua ederiz. Böylece anlam peşinde iz sürdüğümüzü dışavurmuş oluruz. Ama ihtiyaçlarımızı gidermek üzere davranışlarımızı ayarlama yolunu tutarsak, bir bakıma anlamı içimizde tamamladığımız zannıyla davranmış oluruz. Meselenin can damarı yine de bir paradoks: İnsanların ihtiyaçları olduğundan yola çıkarak hayatı ve hayatını düzenlemeye girişenler bir gün kendilerinin ihtiyaçtan vareste kalacakları önyargısını içlerinde barındırırlar. İhtiyaçlarını tatmin ettiklerinde ihtiyaçları kalmaz. Öte yandan istediklerini dile getirmekle yetinenler, her zaman muhtaç olduklarını bilenlerdir.
Sayfa 20
Reklam
... Ödev ve görev. Mekteplerde öğrencilere ödev veriyorlar, bir polis ise görevini yapıyor. Ödevde daha çok o işi yapanın dışından hissettiği bir zorunluluk ve bir bakıma zorlama var. Görevde ise yapan kişinin istemi ağır basıyor. Ahlâkî bakımdan bir ödevin yerine getirilmesi ve tamamlanmasıyla üstün bir iş yaptığımız anlaşılıyor. Bunun yanısıra, bir görevi üstlenmek başlıbaşına bir üstünlük belirtisidir. ...
... İnsan kendi eseri olmayan bir mekâna, seçimine katılmadığı bir zamanda konulmuştur. Bununla birlikte insan bulunduğu yerin ve çağın yükünü kaldıracak çapta yaratılmıştır. ...
... Diyebiliriz ki bazıları ölüm adına ve ölüm adı altında bütün diğer yaratıklarla birlikte "telef oluş"u paylaşırlar ve fakat yalnızca sahici insan olma başarısına erenler ölmeyi de başarılabilecek işler arasına katar. ...
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.