Johan Heilbron, “Rousseau, büyük olasılıkla société(toplum) sözcüğünü temel bir kavram olarak kullanan ve ‘toplumsal’ ilişkiler çerçevesinde açıkça akıl yürüten ilk kişilerden biriydi” der.
Malthus... Nüfus geometrik bir oranla artma eğilimindeyken (yani her yirmi beş yılda ikiye katlanırken) gıda üretimi aritmetik olarak artar, insan arzusu sınırsız olsa da tarım yatırımı daha sonraki iktisatçıların azalan getiri yasası adını verecekleri yasaya bağlıdır: teknik değişmediği sürece, bir birim tarlaya uygulanan her bir ek yatırım birimi, daha az miktarda ürün elde edilmesine neden olacaktır. Bu etmenlerin etkileşimi sürekli bir “salınma” yaratır; bolluğun ve ücretlerin yüksek olduğu dönemler, yoksul aileleri daha fazla çocuk sahibi olmaya yüreklendirerek bir süre sonra nüfusun tarım üretiminin büyüme oranını aşan bir oranda artmasına neden olur. Nüfus artışı ücretleri azaltır, yiyecek fiyatlarını artırır, böylece kısa bir süre için üreme oranı azalır, ama döngünün en başta başlamasına neden olan refah koşullarını yeniden yaratmak için daha fazla yatırım yapılmasını zorunlu kılar. “Nüfusun, geçim araçlarının çok ötesine geçen sürekli artma eğilimi... sürekli olarak toplumun alt sınıflarını sıkıntıya sokar ve koşullarında büyük ve düzenli bir iyileşme olmasını engeller.".
Nietzsche’nin değerlerin insan yaşamındaki rolünü, evrensel ahlak yasalarını ya da evrenin düzenini ifade etmeye kalkmayıp bireysel yaşamın belirli ideallere göre estetik olarak biçimlenmesine kılavuzluk etmesi için yeniden değerlendirme girişimi...
...dünya her zaman Başkalarıyla paylaştığım bir şeydir ... İçinde-var-olmak her zaman Başkalarıyla birlikte-var-Olmaktır.” Bu nedenle öznelerarasılık insan varoluşunu kurar...
"herkes başkasıdır, kimse kendisi değildir”
Hegel’e göre, devlet “içsel olarak akılcı bir varlık”tır. Ancak “bu ince yapı,” genel olarak Aydınlanma’nın, özel olarak da Kantçı felsefenin belirgin özelliği olan soyut akıl kavramı temelinde anlaşılamaz: “felsefe akla uygun olanın aranması olduğundan, tam olarak bu nedenden dolayı, var olanın ve gerçeğin anlaşılmasıdır, tek taraflı ve boş bir akıl yürütme ile nerede nasıl var olduğunu Tanrı’nın bildiği -ya da nerede olduğunu pekala bildiğimizi söyleyebileceğimiz- bir öte dünyanın yaratılması değildir.”