"Evet, biliyorum ve hiç şaşırmadım. Onu uyarmıştım. Dedim ki o kadını yanına bile yaklaştırma, yurdunuza seninkinden başka bir gemiyle yolla. Sinsi sinsi geri sokulacağını biliyordum, biliyordum. Ah, bu işler böyle işte. Erkeği sikinden yakaladın mi sediğin yere sürükleyebilirsin."
Birden, neredeyse avaz avaz bağıracak raddede ofkelendim, rüzgârın ve denizin kudurmuşluğu yüzünden böyle küçücük yerlere tıkılmaya mecbur kalışımıza, en çok da bizi tutsak edenlerin ölümcül vahşiliğine öfkeliydim. Ama sonra kendi kendime artık "biz" diye bir şey olmadığını hatırlattım. "Biz değildik. Artık köle değildim, belki benden bir şeyler sakladık larından şüphelenmemin sebebi de buydu.
Eskiden sadece tek kişinin nefes aldığı yerde şimdi iki kişinia nefeslerini duyuyordum. Hiçbir şey söylenmedi, sözcüklere ge rek yoktu. Bu buluşma gerçekten bir buluşmaymış gibi gelmişti bana dakikalar mı yoksa saatler mi sürdü onu bilmiyorum ama beni değiştirdi. Polyksene'nin öldüğü gün. Akhilleus'un höyüğü hün yanında durmuş ve kendi kendime Akhilleus'un hikâyesinin mezarında sona erdiğini, benim hikâyeminse başlamak üzere ol duğunu söylemiştim. Hakikat ne mi? Akhilleus'un hikâyesi asla bitmiyor. Erkekler nerede savaşıyor ve ölüyorsa Akhilleus'u orada bulabilirsiniz. Bana gelince... Benim hikayemle onunki birbi rine çözülmez bağlarla bağlıydı.
"Bak kızın tek söylediği Priamos'un doğru düzgün bir cenazeyi hak ettiğiydi. Hangi Troyalı olsa söylerdi bunu."
"Hangi Troyalı savaşçı olsa."
"Kadınların görüşleri yok mudur sanıyorsun? Bağlılıkları?"
"Bir kadının bağlılığı kocasınadır."