Baştan sona savaş karşıtı olan hümanist bir tragedya. Konuyu, galip Hellen’ler değil, savaşın kaybeden tarafındaki Troyalı kadınların gözünden anlatıyor. Bu kadınların ağıtları, yitip gitmiş sevdiklerinin yası içinde bir de sönen umutlarına karışıyor.
Euripides’in, Atina-Sparta arasında geçen ve 27 yıl süren Peloponez savaşının neredeyse ortasında oynattığı bu oyunun zamanlaması ve içeriği bir tesadüf sayılmamalı. Savaşın en sonunda bir yıkım ve sefaletten başka bir şey demek olmadığını, Homeros’un, Hellen’lerin kazandığı efsanevi Troya savaşından örnekleme ile izleyicisine madalyonun diğer bir yüzü de olabileceğini biraz da onları empatiye zorlayarak aktarıyor.
415’te oynanan tragedyanın, daha 404’e kadar devam eden savaşın bitmesi adına Atinalılara bir fayda getirmediği bugün ortada olsa da oyunun ağırlığı, içerdiği felsefesi ile birlikte tüm zamanlara meydan okuyor ve dönem, taraflar ya da savaşların adları değişse de, bu şartlar altında kadınların gözyaşlarının hiç bir zaman durmayacağına vurgu yapılıyor.