"Bu ışık seline bir mum daha yakmış, ya da söndürmüşsün, ne fark eder, diye düşünmüşlerdi. Güneşi peşine takarak şu gecekondulara bir göç daha inmiş ya da çıkmış ne fark eder, demişlerdi. Oysa fark edermiş..."Sen yanmazsan ben yanmazsam/ Biz yanmazsak/ Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa..?" diyen koca Nâzım boşuna mı söylemiş!.."
"Bazen bir acıyı anlatmak için sözlüklerde söz,ağızda dil yetersiz kalır. Bu,güneşin batarken boyandığı kızıllığı anlatacak renklerin bulunamayışı gibi bir şeydir.Bu,çölde bir yolcuya suyu anlat demeye benzer.Günlerce aç bırakılmış birine nasılsınız,iyi misiniz diyebilir misiniz?
"Sinan sevgiyi, sevdayı kendi boyutları içinde anlayacak nitelikteydi. Ama aç insanın, açıkta kalmışların, sevda gibi önemli bir konuyu bile es geçebileceklerini yeterince kavramış mıydı?"
"Mevsimler arasındaki sıcaklık farkından ya da insanlar arasındaki sınıf farkından habersizdi. Ona göre dört mevsim bahar,insanlar ise erkek ve dişiydi."
"Ve biz yerdeki karıncalar kadar çok olan, işsiz işçileriz. Yani açlık mı dedsiniz, alçaklık mı dersiniz, kötülük sınırının altına itilmiş yaşamak değil canlı kalmak savaşı verenlerdeniz."
"Zaten hep böyle olurdu. Acılar sıralanır, kavgalar yapılır, yük çekilmez olunca kaçılır, konu değiştirilirdi. Ya saza, ya söze sığınılırdı. Mahallede olan, yiten, kendilerinden çok derdi olanların dertleri gündeme getirilirdi."
"O hâlâ Orhan Kemal'in, John Steinbeck'in romanlarındaki işçileri arıyordu. İş giriş çıkışlarında neşeyle şarkı söyleyen, yarenlik eden işçileri! Patronsuz, postabaşısız, özgür, koskoca bir geceyi yakalamış, eğlenen, içki içen, dans eden işçiler. İşbaşı zillerinin, bekçi düdüklerinin bölmediği koskoca bir gecenin sahibi işçilerdi. Sigortalı, sendikalı, yarın işten atılma korkusu olmayan, kendine güvenli, başları dik işçiler..."
"Naylon bardaklara çaydan çok su dolduran işçiler, ya da işsizler, bir de simit buldular mı mutluydular. Adını kahvaltı koydukları bu telaş, kahvaltıdan çok bir yasak savmak içindi."