Derin düşünceler, esaslı sözler bir zaman sonra akıp giden hayatın kenarında kör kuyulara dönüşür, filozofları yutan, ay tanrıçasını tutsak eden susuz kuyulara.
Kızını anasız, kuzuya benzeten Kirkordu. Gördüğü manzara karşısında yüreği buz olsa erirdi. Durușu serti ama yufka yürekliydi; üstelik o kizların babasıydı. Kurşun külçesi gibi birden eridi, çöktü yere; ciğeri söküle söküle ağladı.
“Nevşehir’in tek çerçisi Boğos’u sabaha karşı vurdular.” Bu çarpıcı cümle ile başlıyor roman. Gürsel Korat’ın dili ve kitabın gerçekçiliği inanılmaz etkileyici. 12 Haziran 1915’te başlayıp, 22 Haziran 1915’e kadar süren 10 günde yaşanan olaylar, hepimizin bildiği Ermenilerin tehcir edilmesi ve bu dönemde birlikte yaşayan Ermeniler, Rumlar, Türkler.. Onca zaman birlikte yaşayanların, şimdi de birlikte duyduğu tedirginlik ve korku okurken içinize işliyor.
Ben kendim de bir Balkan Türkü olarak o dönemlerde yaşananları büyüklerimden çok dinledim. Kendi doğup büyüdükleri yerleri bırakıp başka yere getirilmek zorunda kalmanın, aslında orada da burada da azınlık olmanın ne demek olduğunu iyi biliyorum. Belki de bu yüzden yıllarca yaşadıkları yerden gönderilmeleri söz konusu olunca Ermenilerin yaşadıklarıyla çok fazla empati yaptım. Sadece Ermeniler değil yine aynı zamanda Balkanlardan gelen Türklerin de gelip yerleşecek yer bulamamasını, aynı zamanda onları yerleştirmekle görevli olanları yaşadıkları zorlukları da bize çok güzel aktarmış yazar.
Gürsel Korat bize sadece bir olay anlatmamış, olayı o dönemin dokusuyla birlikte, endişe, merak, korku, sevgi, acı... neredeyse tüm duyguları bize göstererek adeta canlandırmış.
Fotoğraf çekilirken insanlar genellikle kameraya gözünü çevirir: Bu, “belirsiz bir gelecek zaman”a bakıştır. Oysa o fotoğrafı eline alan insan, “değişmez bir geçmiş zaman” görecektir. Fotoğraf çektirenlerin gözünü diktiği o belirsiz gelecek, fotoğraf kartını elinde tutan kişi tarafından yaşanır. Gelecek zamandaki kişi, o anda geçmişteki biriyle göz göze gelse bile ne fayda… Fotoğraftaki kişi, geleceği bilmemekte, görmemektedir.
Zaman o aynada unutulmuştur.
Ya da başka bir deyişle, zamana ayna olan fotoğraf, yüzeyindeki geçmişi unutmuştur.
Nasıl ki bir olay yazılınca zaman kaybolur da canlanmak için okuyanın bakışını beklerse, fotoğrafa bakanlar da o fotoğrafın zamanına karışır. Zaman hem şimdi olur hem de geçmiş.