Bir varmış, bir yokmuş... Tahayyül edilmesi hayli güç karanlık çağın daha ilk gününden itibaren güzelliğiyle göz kamaştıran, varlıklarıyla iştah kabartan gri şehir; güç, para, iktidar tutkusuyla yanıp tutuşanların düşü olur.
Aynı düşü kuranlar birbirleriyle çarpışarak, hamurlarına karılmış vahşi arzuları, hırsları, açgözlülükleriyle düşün peşine düşer, sürüler halinde koşarlar şehre.
Rivayet odur ki gören görmeyen gelir, kalır gitmez; tutulur bağlanır, onu bırakıp geri dönemez. Büyüler, yüreğini esir alır, kanına işler insanın.
Herkes bilir bu masalı.
İnsan sevdiğini öldürür.
Hem aşkla hem düşle, her çağda azar azar etinden bir parça kopartılan, saçları kazınıp tırnakları sökülen, yetmeyip gözlerine mil çekilen, sakatlanan gri şehir; giderek yağmuru, bulutu, rüzgarı, kuşu, balığı zehir kusan bir varlığa dönüşür. Buna rağmen yağma, talan hiç bitmez. Ağaçlarına rant rant diye öten kanatlılar tüner. Metal giysiler kuşanır sonunda.
Aynaya baktığında kendini tanıyamaz artık düşe neden olan.
Sözün özü, küllerin ve türlü biçimlerde yok edilenlerin birincisidir. Görünen o ki gene de ilk kurucuları konargöçerler, sonraki yolcuları bugünkü sahipleri kadar vandal değillermiş.