Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Alevilik- Bektaşilik Araştırmaları

Uyur İdik Uyardılar

İrene Melikoff

En Eski Uyur İdik Uyardılar Sözleri ve Alıntıları

En Eski Uyur İdik Uyardılar sözleri ve alıntılarını, en eski Uyur İdik Uyardılar kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Fakat, yüzyıllar boyu, birçok cemaat dışı (hétérodoxe) öğe, ilk Bektaşîlerin inanç ve âdetlerine eklendi; ilk öğeler de. şüphesiz, Ahflerin merasim ve âdetleri oldu. Ahilik ve Fütüvvet meslek loncaları, İslâm dünyasında çok yaygındı. Tüıkçede XIII. ve XIV. yüzyıla kadar çıkan Ahi belgeleri ve Fütüvvetnâme’ler vardır. XIV. yüzyılda. Faslı gezgin İbn Battuta, Anadolu’da bulunan Ahi loncaları anlatırken onların, çok yaygın olduğunu söylüyor. Ülkelerde yolculuğu sırasında da, çoğu kez, Ahilerin konukseverliklerinden yararlanmıştır. Bu belgelerden, Ahi loncalarla dervişlerin tarikati arasındaki bağın çok sıkı olduğu anlaşılmaktadır. Ahilerde, Şii etki hakimdi. Pirleri, Selmân-ı Fârsi idi. Selçuklu yönetimi yıkılınca, XIV. yüzyılın başında. Ahiler, Ankara’da güçlendiler ve kısa süreli bir Ahi devleti kurmayı başardılar. Yönetimleri sona erip istemez duruma geldiklerinde de, aralarında sıkı ilişkiler bulunan Bektaşilerin yanına sığınmaya çalıştılar. Bektaşilerin Selmân-ı Fârisi’ye saygılan Ahilerden gelmektedir: Selmân-ı Fârisi meslek loncalarının piri idi. Sülük merasimlerinde bele kuşak kuşama âdeti, bir dolu içme ve başka bazı âdetler, Bektaşflere, Ahilerden geçmiştir. Ahilerin katılımı ile, o zamana kadar az çok fark edilen Şii etki, daha belirginleşmiştir.
Alevi ve Bektaşîlerde "kudas" (communion) ayinininden izler bulunduğu da sanılmıştır. Oysa bir dolu içme, Kırklar Sofrası'ında, Muhammed'in sıktığı üzümün suyundan (bazen üzümü sıkmış olan Ali'dir) Kırklar'ın kendilerinden geçtikleri ve semaha girdikleri anın anılışıdır. Ayin-i Cem sırasında tekrarlanan, yaratılıştan'dan önce, arş'da yapılan merasimdir, bunun da Hristiyanların ekmek ve şarap töreni ile (communion) hiç bir ilgili bulunmamaktadır.
Reklam
"Demek oluyor ki, Bektaşîliğin temel ve ayırıcı niteliği, onun bir senkretizm, bir inançlar karışımı olmasıdır.”
"Babaî hareketlerinin başlarından biri olan Baba ilyas, Âşıkpaşazâde’nin de büyük atası idi. Bu metin, Hacı Bektaş’ı Baba ilyas’ın müridleri arasında saymakta, aynı şekilde, Osman Gazi’nin kayınbabası Ede Bâlî’yi de, Soluca Kara Öyük’e çekilen Hacı Bektaş’ın yakın çevresi içinde anmaktadır."
"Bektaşîlik, öbür mistik Müslüman tarikatlara benzetilemez. Gerçekte, her şeyden önce Bektaşîlik, bir halk dini, daha doğrusu, göçebe halkın dinidir. Yani, Bektaşîlik, özünde, doğa güçlerine, bitkilerin ve mevsimlerin dönüşümlülüğüne bağlı, göçebe bir cemiyetin inançlarının ayırıcı niteliklerini taşır. Zaman kavrayışı, çağdaş cemiyetlerde olduğu gibi, doğrusal ve ilerleyen bir zaman kavrayışı değil, dönen bir zaman kavrayışıdır. Gün, gecenin; baharın yeniden gelişi, kış boyu bitkilerin ölüşünün; yaşam, ölümün yerini alır. Bu, Ebedî Dönüş Çemberi’dir."
"Bektaşîliğin tarihi çok eskidir; İlk Türk halklara kadar uzanır. Kökleri, Orta Asya’da, İslâm öncesi çağlardadır ve günümüze kadar sürüp gelmiş bulunmaktadır. Türk halkının derin doğasına kök salmıştır ve Türk halkı var oldukça var olacaktır. Türkler bir hamlede Müslüman olmuş değillerdir."
Reklam
"Şimdi, «Alevî» sözcüğüne dönelim. Bilimsel açıdan, bu sözcük yanlıştır. Alevîlerin tarihteki adı Kızılbaş' XV. ve XVİ. yüzyıllarda, Kızılbaşlar, ilk Safavîler olan Şeyh Cüneyd, Haydar ve Şah İsmail taraftan Türkmen boylarıydılar. Kırmızı bir serpuş giyiyorlar, bunun için de onlara Kızılbaş deniyordu. Fakat, Kızılbaş sözü, yüzyıllar içinde, küçültücü bir anlama kaymış, ve Celali isyanları adı ile tanınan dinî-sosyal başkaldırma hareketleri dolayısıyla da, «dinsiz âsî» anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Kızılbaş deyiminin, yerini Alevi'ye bırakmış olması bundandır."
"Çok zengin Bektaşî-Alevî edebiyatı içinde yedi büyük şair anılır; Nesimî, Hatâyî, Fuzûlî, Pîr Sultan Abdal, Kul Himmet, Yeminî ve Virânî. Bunlardan üçü, açıkça Hurûfi idiler: Başta Nesimî, sonra Yeminî ve Virânî. Yeminî ve Virânî, XVI. yüzyüda yaşamışlardır. Birincisi, Fazlullah’ın ve bütün insanoğlunun, Allah’ın bir tecellisi olduğu açıklanan, Fâziletnâme'nin yazarıdır. Virânî ise, yalnız Hurûfi değil, açıkça Ali’llâh idi."
"Her insanın yüzünde, Allah’ın adı okunabilmektedir. Bu gerçeği, hiç kimse, yüzyılımızın başında, Hilmi Dede Baha’nın ifade ettiği gibi dile getirememiştir; Tuttum aynayı yüzüme Ali göründü gözüme"
295 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.