Kitap, 384 yılından başlayarak 1453 yılına kadar “geliş tarihlerine göre” Doğu Roma İmparatorluğuna gelen toplam 61 hacı, seyyah, elçi, tüccarın hatıralarını içermektedir. Her millet ve her dinden hatırat olmasına rağmen bunların içinde Türkler’e ait bir yazılı kaynağın olmaması elbette dikkat çekici ve üzücü.
Kitabın sonunda Semavi Eyice’nin kapsamlı bir değerlendirmesi de var.
1203 yılındaki Haçlı İstilasından sonra Bizans ve İstanbul’un çöküşe geçtiği ve bir daha da toparlanamadığı açıkça görülüyor. Bu çöküşün günümüzde de devam ettiği aşikâr olmakla birlikte, tabi ki okuyucuların görüşlerine de saygısızlık etmek istemem.
Fakat bir Arap seyyahın “biraz abartılı da olsa” XII. Yüzyıl sonları, yani Bizans yıkılırken “İstanbul’da yüz bin kilise ve sadece Ayasofya’da altı bin rahip olduğundan” söz etmesi galiba ne demek istediğimi anlatmaya kâfi bir izah olsa gerek.
İstanbul’a gelen batılılar başta Aysofya olmak üzere, kiliseler ve içindeki kutsal olduğuna inanılan hatıralarla (rolik) ilgilenirken, Müslüman Seyyahlar gösteriş, şaşa peşindeler.
Özellikle din ve mabetlerle perdelenerek icra edlinen zulüm, yağma, talan, hırsızlık ve yolsuzlukların bir sınırı olmadığını görebilmek için, bu kitabın okunması çok faydalı olur.
Kitapta anlatılan Bizans ve günümüz İstanbul’unu en iyi anlatan Tursun Bey’in fetih sırasında söylediği şu iki beyittir herhalde.
Örümcek, Kisrâ’nın penceresinde perdedarlık yapıyor,
Baykuş, Efrasiyab’ın kalesinde nevbet vuruyor.