“Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar:
Ya bir insan yolculuğa çıkar,
Ya da şehre bir yabancı gelir.” der, Tolstoy.
Bu kitabın da muhteşem öyküsü Yirminci Mil kasabasına bir yabancının gelmesi ile başlar.
1898 yılının Amerika’sında batıda bir kasabanın adıdır; Yirminci Mil. Adının aksine hiçbir yere yirmi mil uzaklıkta olmayan, western filmlerindeki terk edilmiş kasabalara benzer. Kasaba eski parlak yıllarını geride bırakmış, etrafındaki madenlerin kapanmasıyla, kasaba halkının yavaş yavaş göç ettiği, terk edilmiş binalarla dolu, bir avuç insanın yaşadığı (15 kişi) bir yer haline gelmiştir.
Bu sakin kasabada sadece bir otel (Gezginler Otel’i genelev olarak kullanılır daha çok), bir bakkal, bir berber ve ahır (maden kuyularında kullanılan eşşeklerin bulunduğu) vardır. Kasabanın tek ziyaretçileri ise haftada bir gün trenle kasabaya gelen, yakınlardaki gümüş madeninde çalışan maden işçileridir.
Kendi halindeki bu kasabaya bir gün Mathew adında bir genç gelir, kasaba sakinlerinden iş ister, amacı bu kasabaya yerleşmektir.
Bir süre sonra hapisten kaçan Lieder’in ve yanındaki iki arkadaşının da yolu Yirminci Mil’e düşer.
Birbirlerinden çok farklı hayatlarda yaşamış fakat yolları aynı dönemde bu kasabaya düşmüş Mathew ve Lieder ne kadar birbirlerinden farklı karakterde olsalar da ortak bir noktaları vardır; kitap okumak.
Western türünde yazılmış harika bir kurgu roman olan Yirminci Mil; Amerikan filmi tadında; biraz mizah, biraz polisiye, biraz gerilim, fazlaca heyecan barındırıyor.