Bir varmış, "Bir" hep varmış;
Evvel zaman içinde, saman kalburun içinde, pireler çaycı, develer buzdolapçı iken, iki bebe beşiğinde çuvala sarınmış "mam mam" derken, ben hop oturup hop kalktığım, ışığı yakalamaya çalıştığım bir maceranın içine dalmış iken;
Mahallenin birinde "Rüya'dan" bir kale varmış. Bu kale büyülü zindanlarıyla meşhurmuş. Duvarlarına pembe perdeler gerili bu zindanlarda kader filmleri oynatılırmış. Eğer, herkesten gizlediğiniz, kadere etki eden bir sırrınız varsa , sır açığa çıkana kadar burada hapsoluyormuşsunuz....
Geçenlerde Rüya kalesine yolum düştü. En karanlık zindanında pembe perde üzerinde bir film gösteriliyordu. Birlikte menemene ekmek bandıran, can dostlarının,gizemli hikayesi. Ortak sırları, ekmeğin kıtır tarafının boğazlarına takılmasıyla, yavaş yavaş gün yüzüne çıkarken ben de oradaydım. Hikayenin büyüsü beni esir aldı, içine çekti, onların sırrı, sırrım oldu.
Çok ağladılar çok...Onlar ağlarken, gözyaşlarını yumoş yumoş olmuş yüreğimin pamuklarıyla sildim ya ben.
Sonra çok güldüler çok, gülüşlerine kurban olduklarım...
Işığı yakaladık mı peki?
Okuyun dostlar, Sezgin Kaymaz okuyun.