Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

H.K.T

H.K.T
@kitapikav19
Bolca okuyan, kahve tutkunu, bir kedinin ev arkadaşı, bir tatlı adamın eşi, dünyalar tatlısı küçük adamın annesi... Günün aydınlık saatlerinde de avukat.
İnsanlar mutsuzluklarından tekrar tekrar bahsediyorlar. Hatta abartıyorlar, süslüyorlar, olduğundan daha büyük gösteriyorlar. Onu gerçekte olduğundan daha büyük hale sokuyorlar. Bildikleri tek şey mutsuzluk; hayatları bu. Kaybedecek bir şey yok ama onu kaybetmekten çok korkuyorlar.
Reklam
Yarın, ertesi gün, sonraki yıl ve ileriki bir zamana dair beklemeyi sürdürürken sıkıntılarımızı da beraberimizde sürüklediğimizi unuturuz. Bugünün sıkıntısını yarına taşır, yarından mucize bekleriz
insan kolay yorulan bir varlık değildir. atalarımızı düşün. kilometrelerce yolu yayan giden, her yeni günde avlanmak zorunda olan, tırmanan, yüzen ve koşan insanlardı hepsi. oysa on beş dakikalık tempolu bir yürüyüş bile bedenine fazla gelebiliyor. çünkü yorgun değil mutsuzsun. şikayet etmeye devam edersen birilerinin sana sihirli bir değnek dokunduracağını düşünüyorsun. değnek yok, sadece değişim ve olumlu düşüncenin gücü var.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Nasılsan, öyle değerli olduğunu hissettiğinde; başkalarının da nasılsa, öyle değerli olduğunu hissedeceksin.
Kimse mutlu birinden hoşlanmaz çünkü mutlu kişi diğerlerinin egosunu incitir. Diğerleri şöyle hissetmeye başlar; "Demek sen artık mutlusun ama biz hala karanlığın, acının, cehennemin içinde sürünüyoruz. Biz bunca acı çekerken sen ne cüretle mutlu olursun!"
Reklam
1340'tan beri Van Tricasse ailesinden dul bir erkek, yine kendi ailesine mensup kendisinden genç bir kızla, o genç kız dul kalınca yine aileden ve kendisinden daha genç bir erkekle evlenir; erkek de dul kalınca... ve bu değişmeksizin sürer giderdi.
Kötülüklerin resmen egemen olduğu, Namussuz bir çağ bu, biliyorsun.
Balkan Harbi ..
Nevrokop’tan yola çıkan paşanın akrabaları, anası babası öldürülmüş iki yaşında bir oğlan çocuğunu da yanlarında taşıyorlardı. Bulgar çetecilerin baskınından önce ana baba çocuğu yatak odasındaki ceviz dolaba saklamışlardı. Karanlıkta kalan çocuğun bir süre dolapta uyuduğu, birkaç saat sonra açlıktan ağlayarak uyandığı, ciğerleri sökülene kadar ağlamasına rağmen gelen giden olmaması üzerine dolabın kapısını iterek açtığı tahmin ediliyordu. Çünkü dolabın kapısı açıktı ve çocuğun saklanmadan sağ kalması mümkün değildi. Ana babayla birlikte, onu da diğer binlerce çocuk gibi öldürürlerdi. Çocuk emekleyerek oturma odasına kadar gitmişti. Annesi ve babası yerde yatıyorlardı. Annesi çıplaktı, memeleri açıktaydı. Çocuk annesinin yanına emekledi, onun süt vermesini bekledi ama annesi hiç kıpırdamıyordu. Bunun üstüne bebek annesinin kan sızan memesini ağzına aldı ve emmeye başladı. Akrabaları, bu halde buldukları çocuğu, annesinin memesinden ayırmakta zorluk çektiler. Çocuğun dudaklarına kan bulaşmıştı. Annesi ve babası Bulgar çeteciler tarafından öldürülmüş olan bu çocuk, Bosnalı Abdullah Avni Paşa’nın yeğeniydi. Leyla’nın annesinin amcasının çocuğu oluyordu. Yaya olarak yollara dökülen Balkan Harbi göçmenleri, bu talihsiz oğlanı da sırtlarına sarmışlar ve İstanbul’a kadar getirmeyi başarmışlardı.
Rumeli bozgununda yollara düşen yüz binlerce muhacirin çektiği acı, hep gözyaşı dökülerek anlatılırdı evde. “Düşman geliyor!” feryadı duyulduğunda ocaktaki tenceresini bırakarak fırlayan insanlar, yollarda çekilen açlık, merhametli Çingenelerden ekmek dilenen beyzadeler, bebeğini yollarda terk etmek zorunda kalan anneler, birbirini kaybeden kardeşler; hemen her gün anlatılan konulardı. Paşanın akrabaları da aynı kaderi paylaşmış, bir gün Nevrokop’tan yollara düşmüşlerdi. Önlerinde yürünecek yüzlerce kilometre vardı. Yeni doğum yapmış analar uzun yola bir çare düşünmüş ve bebeklerini sırtlarına bağlamışlardı. Bunu yapamayan bazı kadınlar ise yollarda bebekleriyle çaresiz kalmışlardı; çünkü saatlerce taşınınca bebek çok ağırlaşıyordu. Çaresizlikten bebeklerini yol kenarında terk eden analar görülmüştü.
Son zamanlarda birinin kavga etmesinin insanlığın aşağılık davranışı olduğu felsefesini benimsemişti.
Reklam
Eğitimde, teknolojide ve en önemlisi ahlaken de, dünyanın en ileriye gitmiş ülkesi olabilirdik. Bu imkanımız vardı. Fakat biz güce tapmayı, gösterişi ve parayı tercih ettik. Evet ülkedeki imam hatip ve camilerin sayısı arttı ama ahlaki düzeyimiz aynı ölçüde artmadı. Çünkü cocuklara ve kadınlara tecavüzler de arttı. Cezaevi inşa ettikçe suçlularımız çoğaldı.
Son zamanlarda aniden kabaran yaşam iştahları, ahlak iç güdüsü hakkında baskı yapıyordu. (...) Son olarak, günlük hayattaki şaşırtıcı yaşama iştahının Avrupa'dan gelen tsunami dalgaları olduğunu anlamıştı.
Ah efendim, dedi. Bizi bizden daha iyi biliyorlar, Mesnevî 'yi de Rubaiyat'ı da, Gazali'yi de, Farabi'yi de bizden daha çok okuyorlar. Bizi bizden daha çok takdir ediyorlar. Bizim bizden daha büyük düşmanımız yoktur efendim, yoktur!
Hayır. Frenkler (Latin ırkları) da okur. Bu gibi eserlerin garpta bir tanesinin yüzlerce basılmış tercümeleri vardır. Avam(halk) da okur, havas da okur velâkin sen okumazsın. Mazursun da. Mekteplerinizde böyle şey kalmadı. Bir İngiliz kızına Sadi'yi sorsan bilir. Sen Şarklı olduğun halde bilmezsin. Kabahat sende mi, Sadi'de mi ?
Kimi adam vardır ki, sabahtan akşama kadar oturur düşünür. Onun bir fikir zenginliği vardır. Yani fikir yönünden zengindir. Kimi adam da vardır ki sabahtan akşama kadar ayak üstünde çalışır. Mesela bir rençber, fakat yaptığı iş dört üst üste koymaktan ibarettir. Evvelki insan tembel görünür velakin çalışkandır. Diğer insan çalışkan görünür velakin yaptığı iş sudandır. Zira birisi maneviyat ile zihin gayretiyle yapılan bir iştir, öbürü vücut ile bedenle yapılan iştir. Maneviyat daima daha âlidir(yücedir), vücut sefildir. Yapılan işlerin farkı da bundandır.
151 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.