Mutsuzluğumuzun en büyük sebebi de, istediğimiz çoğu şeyin istediğimiz gibi olmamasıdır. Gerçek göz önünde olsa bile, anlama gücüne sahip olsak bile- yaptığımız bir hata var; gerçeği görmezden gelmek. Görmezden gelmeyi seçtiğimiz gerçek ise, aslında hiçbir şeyin -hiçbir şeyin- bizim elimizde olmadığı gerçeği. Birinin bizden hoşlanması yahut nefret etmesi, bizimleyken huzurlu yahut rahatsız hissediyor oluşu- bunların hiçbiri bizim elimizde değil. Aslına bakarsak 1 saniye sonramız bile bizim elimizde değil. İçinde yaşadığımız deri, bizi kontrol eden zihnin düşünceleri ve kalbimizin ritimleri... sahibi olduğumuzu sandığımız her şeyin mağlubu, hatta mahkumuyuz. Bunun bilinci ile yaşamaya devam edebilirsek, anda kalabiliriz ve anın tadına varabiliriz. Anın tadına varmak, yalnızca mutlu olmak demek değildir, anın tadına mutsuz olduğumuz zamanlarda da varabiliriz. Her an mutlu olamayız, her an mutsuz da olmamalıyız. İnsanız ve duygularımız var, onları olduğu gibi kabullenmeliyiz. Duygularımızı paspas altına atmak, gerçekleri görmezden gelmeye çabalamak ve bunun gibi nice şey, bize istediğimiz mutluluğu vermez. Hiçbir şey vermez... yalnızca karın ağrısı. Yaşamayı basitleştirelim, 60 yıllık ömrümüze anlam yükleyeceğiz diye çırpınmamıza da gerek yok- ölümümüzden sonraki 1000 yılda hatırlanacak, anımsanacak olmak bizim yalnızca isimden ibaret olduğumuz gerçeğini fısıldar aslında. Yalnızca isim. Oysa ne kemiğimizden eser vardır ne de ruhumuzdan. Bizim geride bıraktığımız bir dünyada, ismimizin kalmasının bize ne yararı olur?
-D.Ç.