.
Tehanevî, Keşşafu'l-Istılahati'l-Fünun kitabında şöyle bir misal verir: Birine soruyorsunuz:
-Ne yapıyorsun?
-Çalışıyorum.
-Niçin çalışıyorsun?
-Kazanmak için.
-Niçin kazanıyorsun?
-Mal ve servet sahibi olmak için.
-Mal ve serveti ne yapacaksın?
-Yiyip içeceğim.
-Niye yiyip içiyorsun?
-Zevk ve haz almak için.
-Niçin zevk ve haz alıyorsun?..
İşte burada, son soruya, "bunun illeti ve sebebi yoktur" demek icap eder. Çünkü bunun da bir illeti ve sebebi olsa onun da bir illet ve sebebi olması lazım gelecek. Bu da teselsüle yol açacak. (..) Aynen bunun gibi, Allah'ın emirlerine uyup nehiylerinden kaçınmanın birtakım hikmet ve sebepleri olsa bile nihai illet ve sebep yine Allah'ın kendisidir. Emredilen bir şeyi, sırf Allah yasakladığı için yapmamak icap eder. İlahi emir ve yasaklarda bunların Allah'a ait oluşlarının dışında bir sebep ve hikmet aramamak ve görmemek lazım gelir. Mesela sen Allah'ın emrine uyup kendisine ibadet etmek bizatihi bir kemaldir. (..) Mevla-yı Müteal'i sevip ona kulluk etmek her türlühikmet ve sebep fikrinin üstünde mutlak bir vecibedir. Bu vecibe birtakım kayıtlara ve şartlara bağlı değildir. Halik ile mahluk arasındaki münasebet efendi ile kölesi arasındaki münasebet gibidir. Allah mevla ve Malik, insan onun kulu ve kölesidir. Bu yüzden esas itibariyle Allah'ın emir ve yasaklarında illet, sebep ve hikmet yoktur. Onun fiillerinin illetsiz, sebepsiz ve hikmetsiz olması asıl ve esastır. Var olduğu ileri sürülen illet, sebep ve hikmetler dolaylı olarak ikinci, üçüncü ve daha aşağı mertebelerde ve bize göre mevcuttur. Haddizatında nihai noktada böyle bir şey mevcut değildir.