Müthiş bir kitap. Ödüllü Nazi avcı pilotunun kaleminden; yaşadığı it dalaşlarına, ölümle burun buruna gelişine, zaferlerine, hüsranlarına sanki yanındaymışçasına anbean şahit oluyoruz.
Kitap bende çok farklı duygular uyandırdı. Savaşın insanları nasıl bir psikolojiye soktuğunu görmek ilginçti.
Mesela; Alman pilot, düşürdüğü uçaktan atlayarak kurtulan bir İngiliz pilotun yanına gidip onunla normal şekilde konuşuyor, hatta İngiliz'in kurtuluşu şerefine konyak içiyorlar. Bu, savaşın ne için olduğu ve kimler arasında olduğu konusunu tekrar düşündürdü bana.
Başka bir örnek: Çocukların ölümüne sebep olan bir saldırıdan sonra "Savaş denilen bu bela ne canavarca, insanlığa ne aykırı bir şey!" yazıyor Nazi pilotu yazar.
Bir keresinde de hem Alman hem Amerikalı bir pilot vurulan uçaklarından atlayarak boş bir araziye düşüyorlar. Yazar olan Alman pilot, az önce havadayken öldürmeye çalıştığı düşmanı için "İyi birine benziyordu. Kendisine kinim yoktu, ki olması için bir neden de yoktu" yazıyor.
Zafere giderken yaşadığı coşkudan kaybetmeye başlanan zamana kadarki hüzne kadar bir askerin anılarına şahit oluyoruz bu kitapta. Savaş uçağında onun yanına oturuyor, paraşütle atladığında denizin üzerine süzülüyor, uçak vurduğu zamanki vahşice sevincine ortak oluyoruz.
Kalemi çok başarılı, insanı içine alan akıcı ve macerayı yaşatan bir anlatıma sahip. 2. Dünya Savaşı dönemine ilginiz varsa kesinlikle tavsiye ederim.
Ev araç gereçleri satan markette birkaç bir şeyler aldım.. market arabası çamurlu idi.. görevli birinden bir poşet istedim.. sağolsun getirdi.. aldiklarimi poşete koyup market arabasına koydum.. kasada kasiyerin ilk sözü: poşeti nerden aldınız? Ödemesi yapıldı mı? .. gel de gıcık olma.. sanki 25 kuruş ile zengin olacaklar..
Komite merkezinde tanzim olunan planın Ermenilere ve Kürtlere ait olan kısmı mevki-i tatbike kondu. Ermeniler katliam edildiler. Kürdistan'ın muhtelif yerlerinden, plan mucebince [gereğince], Kürtlerin tehcirine ve müteaddit kafilelerin [pek çok kafilenin] garptaki Türk vilayetlerine sevkine başlandı.
Ermeni tehciri esnasında taktile [katliama] alışmış olan muhafız kuvvetler bu alışkanlığı bazen Kürtler üzerinde de tatbik ettiler. Fikir adeta umumileşmişti.
O tarihte Nuri Paşa ordusuyla Bakü'de bulunuyordum. Ordu menzil karargah kumandanı idim. Karargah tabldotunda her gün 30-40 zabit bulunurdu. Türk Ocakları'nda terbiye almış olan birçok zabitlerden defaat ile [defalarca] aynen şu sözleri işittim:
"Gelirken Zu'ları bitirdik, dönüşte nöbet Lo'larındır". Zu ile Ermenileri Lo ile de Kürtleri kastediyorlardı.
Burada bir vaka zikredeceğim: Umumi harp [Dünya Savaşı] başlamıştı, cepheye sevk olunmazdan evvel ihtiyat-ı zabit namzetleri talimgahının son devresinde muallim takım zabiti idim. Devre nihayetinde takımında bulunan efendilerin derece-i ehliyetlerine [yeterlilik derecelerine] nazaran rütbelerini gösterir listeyi tanzim ederek, bölük kumandanına vermiştim. Hararetli bir Türk Ocağı mensubu olan bölük kumandanı listeye bir göz gezdirdikten sonra hiddetle listeyi masanın üzerine attı ve bana "Bu nasıl liste! Arabı, Çorabı, Kürdü A sınıfına yazmışsın" dedi. A sınıfı aliyyülala [en yüksek] derecede zabit namzedi [adayı] demekti. Bugün millet meclisinizde aza olan bölük kumandanının nokta-i nazarınca [görüşüne göre] bir adamın künyesinde Halep, Şam veya Harput, Diyarbekir'in bulunması iyi numara almasına bile mani teşkil eylemeliydi.
Evet işte satranç oynar iken benim yaptığım hak tanıma davranışımı örnek aldın evladım sonrasında sen de hak tanıdın hamlede ve bir adım ötesinde hak isteme davranışı sergiledin.. fakat ben sana bu noktada bir sınır çizdim.. şu an iki düşüncem var: hak tanıma ile otomatik gelişen hak arama davranışına engel oluşum,ikincisi ise bunun satranç oyunu olup yani oynadığımız oyun bazında düşünürsek oyun kurallarına aykırı oluşu..
Bunu bilincaltimiza attık gitti..
Nazik Disiplin hemen okuyup bitiremeyişim kötü.. bir sürü iş güç.. neyse ki bu kitap ile aramıza giren işler de hep yavrum yuvam ile ilgili.. seni seviyorum
İttihat ve Terakki’nin başı Enver Paşa! 42 yaşında hayata veda eden bir adam. Hikâyesinde Yok Yok savaş, aşk, gözyaşı, intikam, hırs, şehvet, özlem, kıskançlık ve çok derin bir yalnızlık..
Sürgün yıllarında Naciye Sultan’a yazdığı 400 kadar mektubu var.Müthiş bir derinlik, müthiş bir entelektüel birikim, bitmez tükenmez bir hasret ve cephelerden kır çiçekleri toplayıp mektupların içine koyacak kadar da büyük bir romantizm.
Aralarında dağlar, yollar, düşmanlar ve kurşunlar olsa da devlerin aşkı büyüktü: Enver Paşa ile Naciye Sultan.
Enver Paşa ve Naciye Sultan’ın hayatları çoğunlukla vuslatın hasretiyle sürmüştü. İki aşık Enver Bey’in Türkistan dağlarında şehit olmasına kadar defalarca birbirinden ayrı düşmüştü.
"Sevgili melek! Bugün çadırımın üzerinde sabah dolaşırken topladığım bir ilkbahar lalesini takdim ediyorum. Artık günde böylece cicime naçiz bir çiçek takdim edeceğim. Umarım ki Berlin demetlerine tercih edersin. Seni öpe öpe rüzgârlı, berrak, yıldızlı bu gecede, mehtapta senin güzel gözlerini araştırarak çekildim. Hava çok soğuk, üstümü yarım örten kürkümün altında titriyorum. Âh! Ne olur senin yanında olsam, sarılsaydım. Yavrularımı öp. Hüda'ya emanet olun ruhum"