Kelimei Tevhid'i ele alalım.
"La ilahe İllallah" dendiğinde dil dört defa damağa vurur.
Damakta ince bir husus var.
Dil damağa değdiği zaman beynin dört lobu sıra ile devre dışı bırakılıp ve beyne format atılır.
İnsan o an için bunun farkında olmaz.
Özüm öz istəyimlə şeytana aldandım özüm
Çox əzablar mücəvvərində parlıyıbdı sözüm
Sol əlim cəhənnəmdə cənnətdən dərmiş üzüm
Həmi şeytan həm əzab həm də cəhənnəm də mənəm.
Bir memleketin millî dili o memlekette bilfiil yaşayan, yani konuşulan ve yazılan, gönüllere ve zekâya hitap eden dildir. Ve dilin milliyeti, kelime unsurlarında olmaktan çok, bünyesinde ve üslûbunda; umumî ahenk ve edasındadır. Nitekim, mimarî bir eserin milliliği, mesela Süleymaniye camimizin Türklüğü, taşında tokacında değil, inşası tarzında ve terkibindedir. Süleymaniye camiinin taşı, mermeri şuradan, buradan getirilmiştir diye bunları söküp atmak, o cânım şaheseri tahrip etmektir.
Tıpkı bunun gibi, Türkçemizin bazı kelimeleri şuradan, buradan alınmıştır diye bunları dilden çıkarmak, bu millet dilini yıkmaktır.
Edebiyat haberleri kısmına göz atanlar belki görmüştür, epey tartışma yaratan bir konu oldu, dil bilmeden çeviri yapmak ne kadar doğru diye. Osman Akınhay isimli bir çevirmen, Milan Kundera'nın Fransızca yazılan yaşam öyküsünü, Google translate yardımıyla ilk önce İngilizceye, ondan da Türkçeye çevirmiş ve okurların takdirine sunmuş. Bunu da