Bu hafif element bolluğu hesaplamaları ve ölçümleri, kozmik kütle yoğunluğunu saptama probleminin ötesine geçen bir öneme sahiptir. Bir tek serbest parametrenin (atomik parçacıkların fotonlara oranı) akla yatkın seçimiyle, sadece sıradan hidrojen ve helyumun değil, ayrıca H² (döteryum), He-3 ve Li-7 izotoplarının da gözlenen şimdiki bolluklarını açıklamanın mümkün olması gerçekten hayranlık uyandırmaktadır. Bu sadece çağdaş kozmoloji kuramının en önemli sayısal başarısı değil, aynı zamanda geriye doğru ilk birkaç dakikasına kadar evren tarihi hakkında gerçekten bir şeyler anladığımızı gösteren en kuvvetli kanıttır.
Planck'ın hesaplamasının önemi, kara cisim ışınımı sorununun çok ötesine taştı; çünkü hesabına yepyeni bir düşünce katmıştı. Bu düşünceye göre, enerjiler "kuantum" denen ayrık topaklar halindedir.
1920'li yıllarda kuantum mekaniğinin Kopenhag Yorumu, kuantum dünyasının tuhaflığıyla tanışmanın en popüler yolu haline gelmişti ama sonuçlarının herkesin içine sindiği söylenemezdi. Erwin Schrödinger, ünlü fakat çoğunlukla yanlış anlaşılan deneyiyle kuantumun absürdlüğüne dikkat çekmek istedi. Kırılıp ortaya saçılma olasılığı yüzde 50 olan bir şişe zehirle birlikte bir kutuya yerleştirilmiş bir kedi hayal edin. Kuantum mekaniğine göre kutu açılıncaya kadar şişenin kırılmış veya kırılmamış olma olasılığı eşittir. Dolayısıyla da biri kutunun içine bakıncaya kadar kedi hem ölü hem de canlı olacaktır.