Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Profil
Yalnız kendisi değil saraylıları ve kapı halkının hepsi öyle. Bazen, acaba biz bu insanlar hakkında yanlış şeyler mi duyduk, rivayetler mi bizi yanılttı diye düşündüğüm oluyor ama aklıma hemen yaptığı zulümler geliyor. İnsanlar iktidardayken ayrı, düştükten sonra ayrı diye düşünüyorum. Köşesine çekilmiş masum bir ihtiyar gibi görünse de nicelerinin ahı var üzerinde.
Anadolu'da isyan eden Ermenilerin üzerine giderek Avrupa devletlerini kızdırmaya ne gerek vardı? Zaten Ermenilerle aralarında kan davası bulunan Kürt aşiretlerinden Hamidiye Alayları oluşturmak ve liderlerine hayallerinde bile göremeyecekleri paşalık unvanları vererek isyancıların üstüne salmak yeterliydi. Böylece her türlü isyan bastırma olayı, sivil halkın tepkisi olarak açıklanabiliyordu. Gerçi kendisini elleri kana batmış bir Kızıl Sultan olarak çizen Avrupa matbuatı can sıkıyordu ama onları da sıkı bir denetimle imparatorluğa sokmamak yoluyla, İstanbul matbuatına da sıkı bir sansür uygulayarak yenmek mümkündü.
Reklam
Büyük atası Kanuni Sultan Süleyman'ın papalığa başkaldıran Martin Luther'e gizli para yardımı yaptığı saray kayıtlarında vardı. Kiliseleri bölmek ve Hıristiyanlığın tam kalbine isyan ateşi yerleştirmek için cennetmekan dedesi de aynı taktiği kullanmıştı işte. Kendisi de o ataların öğrettiği yoldan yürüyerek onlara layık bir hükümdar olduğunu kanıtlıyordu.
Her kademedeki yeni mekteplere büyük ihtimam gösteren padişahın (Sultan Abdülhamit) medreselerin ve tekkelerin ıslahı için parmağını zaman zaman da olsa oynatma ihtiyacı bile duymadığını hatırlamak lazım. Halife-padişahın bu ilgisizliğinin ve doğrudan-dolaylı yollarla mesafeli, zaman zaman karşı duruşunun birçok göstergesi var. En "göze batanı" cins atlar dahil olmak üzere Osmanlı topraklarını kurumları, insanları ve "medeni" zenginlikleri ile resmettiren padişahın bu fotoğraf albümlerinde medrese ve tekkelerle alakalı, ne kurumsal ne de insan unsuru itibarı ile -tesadüfler hariç- neredeyse hiçbir karenin yer almamış olmasıdır. Her türden, her cinsten on binlerce memleket fotoğrafı fakat Osmanlı Devleti'nin kurucu ve sürdürücü iki büyük kurumundan, onların hoca ve şeyhlerinden, talebe ve müridanından hiçbir iz yok. Nisyana terk edilmiş, üstü örtülmüş, kalmayan "kendi yağı"nda kavrulmaya bırakılmış, "her şeyi gösteren" objektiflerden kaçırılmış...
En övündüğü meziyeti de buydu. Hepsi Ortodoks olan Balkan kiliselerinin birleşip de kendisine karşı çıkmasını engellemek için neler yapmıştı neler? Aynı oyunu Ortadoğu'da da oynamıştı. Dünyanın en karışık bölgesinde yüzlerce yıldır süren "Osmanlı barışı"nın sırrı bütün eyalet ve vilayetlerin Şii, Sünni, Kürt olarak ayrışmasıydı. Mesela Basra, Bağdat, Musul vilayetleri gibi. Dengeyi böyle sağlıyordu. Düşman grupları birbirinden ayrı ve rakip durumda tutuyordu. Bunun adına denge değil, olsa olsa dehşet politikası denirdi ama bu büyüklükte bir imparatorluk da ancak böyle yönetilirdi. Başka yolu yoktu
İstanbul'daki ilk bira fabrikası onun saltanatı sırasında ve özel izniyle Bomonti kardeşler tarafından, Selanik'te ise Alatini kardeşler tarafından kurulmuştu. Döneminde bu fabrikalara izin veren padişah olarak, birçok kişi gibi o da bu içkinin bedeni güçlendirici etkisi olduğuna inanırdı.
Reklam
Abbasiler, Emevileri devirdikleri zaman son halifenin dilini bir kediye yedirmişlerdi. Ne dehşet bir son diye düşündü. İslam halifesinin, konuştuğu zaman herkesi lal-ü ebkem bırakan mübarek dili bir kediye yediriliyor. Hem dehşet hem de aşağılama. Kendisi de hal' edilmiş bir halife olduğuna ve bu kadar çok düşmanı bulunduğuna göre neden olmasın? İster istemez iki eliyle sıkı sıkıya ağzını kapatmış olduğunu fark etti. Kalktı, lambayla odayı didik didik aradı, karyolanın altına baktı. Hiçbir şey bulamadı.
İngiliz'den ve fareden korkulur diye geçirdi içinden. Uykudayken burnunu, kulağını fare yemiş çok insan görmüştü. Fare, insanın ruhu bile duymadan yapardı bu işi. Yiyeceği organı üfleyerek uyuştururdu, bu yüzden kurbanın ruhu bile duymazdı bir tarafları kemirilirken. İngiliz de böyleydi işte, bir yeri almayı kafasına koyduysa şeytanın aklına gelmeyecek metotlarla çalışır, ne pahasına olursa olsun amacına ulaşırdı. Ve bu arada kurban hiçbir şey hissetmezdi. Ta ki iş işten geçene kadar.
Kazım Karabekir ve Sultan Abdülhamid hakkında düşünceleri.
Mithat Paşa gibi bir veziri, Mahmut Paşa gibi bir damadı boğduran, en namuslu, gayretli ve bilgili insanları zindanlarda, menfalarda çürüten, muhitini hafiye ağları içinde kuklaya çeviren insandan ne beklenir. Dün İttihat ve Terakki'yi de boğdun. Mithat Paşa'nın Jön Türkleri gibi onların da mahvolduğuna belki inandın. Fakat fikirler ölmüyor, birbirine zincirleniyor. Muhakkak her diktatör gibi fikirler arasında sen de boğulacaksın.
Sayfa 242 - Panama YayınlarıKitabı okudu
Mithat Paşa ve arkadaşlarını idama mahkum ettirdi. Mahkeme ikinci başkanı, Paşa 'nın düşmanlarından Hristo Forides'ti. Savunma sırasında Paşa'nın sözünü kesip konuşturmak istememesi üzerine sanığın şu ünlü sözü tarihe geçmişti: "Bu iddianamenin sadece başındaki besmele ile sonundaki tarih doğrudur."
Reklam
Hasta Adamı bin parçaya bölmek için uğraşıyorlardı..
Napolyon Mısır eyaletine bunun için saldırmıştı. İngilizler Mekke, Medine, Kudüs dahil bütün kutsal topraklar gibi, Irak ve Suriye eyaletlerindeki nefti de hırsla istiyordu. Rus Çarı'nın gözü İstanbul'daydı. Bulgarlar Çarigrad dedikleri bu muazzam şehri düşlüyorlardı. Ah ah, diye hayıflandı, bu aptal çocuklar atalarımın yüzlerce yıl yönettiği birçok yeri elden çıkaracaklar, tahttaki biraderim de aptalın önde gideni, bu işlerden hiç anlamaz. Korkarım ki İmparatorluğun çökmesi yakındır. Bu işler ince siyaset ister. Eğer Bulgar, Yunan, Sırp kiliselerinin birleşmesini çeşitli taktiklerle önlemeseydim, Rumeli' deki isyanları bastıramazdık. Anadolu'd a isyan eden Ermenileri Kürt aşiretleriyle hizaya getirmeseydim onlar da bağımsızlıklarını ilan etmiş olurlardı. Şimdi bu ince siyaseti kim yapacak, cahil çocuklar mı, aptal kardeşim mi?
Padişaha bak hele..
Anadolu'da İslam'ın koruyucusu olarak sağlığına dua edilen halife, bir Avrupa kültürü hayranıydı. Alaturka müziğin ruha kasvet verdiğini, alafranga müziğin ise insanı neşelendirdiğini söylerdi. "Adı alaturka ama bu müzik Acem'den, Yunan'dan gelmiştir. Türk'ün musikisi sadece davul zurnadır," derdi. Operaya bayılırdı. Ne var ki çelişkilerle dolu bir sultan olduğu için bazen de oyunun ortasında sıkılıverirdi. Stravolo, Sultan'ın sıkıldığını sezdiği anda oyunu kesip sahneye jonglör, sihirbaz, cambaz gibi çeşitli hüner sahiplerini çıkararak onu eğlendirmeyi bilirdi.
Kâşâneler - Viraneler
Artık imparatorluğun yüzünü Batı medeniyetine çevirmesi için hiçbir engel kalmamıştı. Selanik'ten giden arkadaşları, Enver ve Niyazi gibi lider subaylar, önce Osmanlı halklarını birleştirecek, kadınıyla erkeğiyle bütün halkları kardeş yapacak, sonra da bu koca ülkeyi Almanya, Fransa, İngiltere gibi müreffeh, medeni, sanayileşmiş, hür bir ülke haline getireceklerdi. Hem de kısa sürede. Kendi kuşağının dilden düşmeyen dizelerini bir kez daha tekrarladı: Kafir diyarını gezdim beldeler kaşaneler (köşkler) gördüm Dolaştım İslam mülkünü, bütün viraneler (eskimiş, bakımısız yapılar) gördüm
Yazarın Ermenilere sempatizini anlamıyorum..!
İmparatorluğu ne kadar iyi yönettiğinden ne kadar merhametli olduğundan falan söz etti. Düşünebiliyor musunuz? Kızıl Sultan ve merhamet ... Komik. Ermeni vatandaşlarımızı bile katletmediğini öne sürdü. Kendisine suikast düzenleyenleri affettiğini anlattı. Burada benim de biraz kafam karıştı doğrusu. Ne yalan söyleyeyim, karıştı çünkü gerçekten affetmişti değil mi?" Yaşça kendisinden büyük olan Malatyalı Saffet Binbaşı "Evet,'' dedi, "doğru hatırlıyorsun ama adamın taktiği bu. Baştan ayağa entrika. Yapmamış gibi yapar. Bak bakalım o suikast girişiminden sonra İstanbul'da kaç bin Ermeni tebaa öldürüldü? Büyük devletlerin, elçiliklerin baskısıyla suikastçıları serbest bıraktı ama bir yandan da sivil halkı el altından tahrik ederek Ermenilerin üstüne saldı."
66 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.