Franklin'in adı nadiren DNA keşfiyle birlikte anılır ve o 1958'de kanserden ölmüştür. Bugün Franklin'in bu keşifteki payını savunan çok kişi yoktur. Ben o az sayıdaki kişilerden olmak istedim.
Ben bu konuda Rosalind Franklin'den övgüyle söz etmek isterim. Franklin, Cambridge Üniversitesi'nde X-ışını kırınımında uzman olan bir kadındı. O da, Watson ve Crick'in çalıştıkları aynı konu üzerinde çalışıyordu. Watson'a, uygunsuz bir biçimde ve gizlice, Franklin'in çalışmasından çok "çarpıcı" bir X-ışını fotoğrafı gösterilmiş ve Watson DNA'nın şeklini hemen fark etmişti. Bu iki adam, Franklin'in katkısından hiç söz etmeden, bu keşfin tüm onurunu sahiplendi.
Bir gen, bir canlı organizmadaki kalıtım, soyaçekim birimidir. O, hem göz rengini, hem bir böbreğin nasıl oluşturulacağını, hem de Alzheimer gibi kalıtımsal hastalıklara olan eğilimi içerebilir.
İnsanın genetik şifresi (son sayıma göre) yaklaşık yirmi üç bin gen içerir ve bu genler bizim eğilimlerimizi temsil eder. Bu hem doğadan, hem de ebeveynlerimizden ve onların ebeveynlerinden aldığımız her şeyi kapsar.
DNA çoğumuz için muazzam bir gizemdir. Biz bu ismi işitir, onun neyle ilgili olduğunu biraz anlarız, ama onun karmaşıklığı ya da nasıl çalıştığı konusunda gerçekten hiçbir fikrimiz yoktur.
Benim Tanrım her yerdedir ve benim hücresel yapımda da bulunmaktadır! O'ndan her zaman mesajlar gelmekte ve bu bu mesajlar aynı türde enerjiyi alanlarınkiyle çelişmemektedir. Aslında bu mesajlar Pavlus'unkilerle bile çelişmemektedir.
Ama bugün, bazı dini liderlerin tepkilerine göre, Tanrı bizimle konuşmayı tamamen bırakmıştır, çünkü onlar artık hiçbir "yeni" bilgiye izin vermemektedirler.