Haluk Dursun’u, Anadolu Mektebi Projesi kapsamında gittiğim bir program sayesinde tanımıştım. Programda yazarın ölümü nedeniyle bir anma etkinliği düzenlemişlerdi. Orada dinlediklerimden sonra yazarı merak etmiş ve kitaplarını kütüphaneme eklemiştim. Daha önce İstanbul’da Yaşama Sanatı ve Tuna Güzellemesi kitaplarını okumuştum. Şimdi de bendeki son kitap olan Nil’den Tuna’ya Osmanlı kitabını okudum.
Haluk Dursun’un gezi notlarından oluşan bu eser, Nil’den Tuna’ya kadar günümüzde yaşayan halklar üzerinden Osmanlı imajına yeniden bakmamızı sağlıyor. Osmanlı’nın boşluğunu kimin doldurduğunu, yakıp yıkılanları ama her şeye rağmen geride kalanları okuyacaksınız… Bir anıt çınarından şirin ve minnacık kitabeli çeşmesine, tuğralı taş köprüsünden “ya Hafız”lı konağına, türbesine, mektebine, tekkesine kadar Osmanlı mirasına rastlayacaksınız…
Ve tabi ki Haluk Dursun’un o şiirsel, akıcı üslubuyla…
Keyifli okumalar…
Ecdadın elde kılıç vuruşa vuruşa, at üstünde cihat seferlerine gittiği yerleri, biz her türlü imkanı kullanarak elimiz cebimizde turistik seferlere bitiremiyoruz...
Ve her ne kadar tarihte bizim açımızdan menfur faaliyetlere sahne olmuş bir şehir olsa da, hakkını teslim etmek gerekir ki, bir mimari karakteri, kendine özgü havası, şahsiyeti olan güzel bir şehir Odesa...
Sonra, o tarihi hanların birinin avlu kapısı önünde küçük fakat şirin bir yelpaze gibi açılıp gölgesinde nice insanı barındıran çınarın dibine oturup o fıskiyeli tarihi taş havuzun su şırıltısını, çınarın yaprak seslerini dinleyerek bir kahve için.
Tepeden baktığınızda gözünüzü okşayan, alaturka kiremitlerle dokunmuş dam estetiği; içeriye girince uzayıp giden Arnavut kaldırımlı sokakları; dağlardan inen suların meydana getirdiği, ortasından geçen nehri ve ille de üzerinde taş köprüsüyle sizi ikliminde eritmeli.
Merhabalar öncelikle kitap Alexander Von Humbolt'un hayatını anlatıyor. Hayatına birçok gezi, keşif macera sığdırmış bir adam. Bugün her ne kadar botanik çalışmalarıyla fiziki coğrafyanın kurucusu olarak anılsada siyasetten, manyetizmadan ve yine şu an kalemime gelmeyen bir çok alanda çalışmaları var.
Determinizme vurgu yapan sebep-sonuç
Prof. Dr. Haluk Dursun'un kaleme aldığı Nil'den Tuna'ya eseri, biz tarih meraklısı insanların olabildiğince ilgisini çekebilecek bir tür diyebilirim. Özellikle Balkanlar'ı merak ediyorsanız ve biraz da Orta Avrupa'dan bir şeyler okuyayım diyorsanız tam size göre bir kitap.. Aslında her sayfada kendinizi farklı bir ülkede buluyorsunuz. Bosna Hersek, Sırbistan, Kosova, Makedonya, Yunanistan, Avusturya (Viyana), Macaristan (Budapeşte)... Kitabın adı her ne kadar Nil'den Tuna'ya olsa da, kendi adıma konuşursam eğer Tuna bölgesi daha çok ilgimi çekti diyebilirim. İlgimin biraz daha batıya kayma sebebi kıymetli hocamızın bölgeleri ele alış biçimi değil aslında, benim biraz daha Balkanlar-Avrupa bölgesine olan merakımdan kaynaklanıyor. Osmanlı tarihini okumayı seven arkadaşlar için bu kıymetli eseri önerebilirim! İyi okumalar :)
İlk 150 sayfasi dünyanın ve yaşamın başlangıcıyla ilgili güzel bilgiler vermektedir. Ama konuya zaten vakıf olduğum 10.sınıf Cografya konularına yer verdiği için benim için okumak tekrara düşmek gibiydi o yüzden devam ettiremedim . Ama bitirmeyi düşünüyorum. Değerli bir kitap
Stefan Zweing bu eserinde Macellan'ın İspanyol'dan yola çıkarak sürekli batıya giderek Baharat adalarına ulaşmasını anlatıyor. 3 yıl süren bu maceracı yolculukta yeni keşfedilen yerler, insanlar, mürettabatın birbirleri arasındaki mücadeleler çok sürükleyici bir üslupla anlatılmış. Macellan'ın kendisine pahalıya mal olan bu yolculuğunda onun ne kadar mütevazi içine kapanık adil ve cesur olduğuna tanık oluyoruz. En çok da bugün ki gemilerin bile geçme cesaretini gösteremediği Macellan boğazından bin bir zorlukla geçen Macellan'ın cesur tavrı okunmaya değer. Elinize aldığınız gibi bitirebileceğiniz bir kitap o yüzden çok spoi vermek istemedim
MacellanStefan Zweig · Can Yayınları · 2016700 okunma
Filistin ile Kıbrıs Adası arasında bir yol vardı ki, Filistinliler karadan Kıbrıs'a giderlerdi. Sebte Boğazı'nda(Cebelitarık boğazı) taşlardan yapılmış, uzunluğu on iki mil sağlam bir köprü vardı ki, buradan Endülüslüler batı tarafına, batıdakiler de Endülüs'e geçerlerdi. Rum Denizi'nin (Akdeniz) suyu, o köprünün altından akıp, okyanusa dökülürdü. Bundan sonra günlerin geçmesiyle, o köprüyü örtüp, çevresini bile basmıştır. Halen o denizin safa ve sükûnu vaktinde, o köprü görünür, derler. Bunlara benzer binlerce belirti vardır ki, deniz sularının batıdan doğuya akışına delalet eder.