Seneler geçti, sevgili Manuel Valadares. Bugün kirk sekiz yaşındayım ve bazen kendimi hasrete öyle kaptırıyo- rum ki hala çocuk olduğumu zannediyorum. Her an orta- ya çıkıp bana sinema yıldızı kartları ya da misketler getire- ceksin sanki. Hayatın şefkatli yanını bana sen öğrettin, sevgili Portuga. Bugün çocuklara misketler ve kartlar dağıtmaya çalışan benim, çünkü şefkat olmayınca hayatın pek değeri kalmıyor. Şefkat göstermek beni bazen mutlu ediyor, bazense yanıltıyor, ki bu ikincisi daha sık oluyor.
O günlerde, yani beraber geçirdiğimiz günlerde, he- nüz hiç duymamıştım, uzun yıllar önce bir Budala Prens' in gözlerinde yaşlarla bir sunağın önünde diz çöküp ikonlara sorduğu şu soruyu:
"KÜÇÜCÜK ÇOCUKLARA HER ŞEYİ NEDEN
ANLATMAK GEREK?"
Hakikaten de sevgili Portuga, bana her şeyi çok erken anlattılar.
Hoşça kal!
Ubatuba, 1967
Portuga: "Sen benim oğlum mu olmak istiyorsun?"
Zezé: "İnsan babasını doğmadan önce seçemiyor. Ama ben seçebilsem seni seçerdim."
Portuga: "Gerçekten mi bızdık."
Zezé: "Yemin bile edebilirim. Hem böylece sofradan bir tabak eksilmiş olur. Söz veriyorum, bir daha hiç küfür etmem, kıç bile demem. Ayakkabılarını boyarım, kuşların kafesini temizlerim. Çok uslu dururum. Okulun en iyi öğrencisi olurum. Her şeyi yaparım, bütün kurallara uyarım."