Türk milletinin asaletine, büyüklüğüne bütün Türklerin inanmasını ve bunu iftiharla savunmasını hayatı boyunca gaye bilmiştir. Milletine:
- Ne mutlu Türküm diyene!
Hitabıyla seslendiği zaman, buna bütün mevcudiyeti ve samimiyeti ile inanmıştı…
Talimlerde, Türkçe bilmedikleri için verilen emirleri anlayamayan bazı erlerin yanlış hareketleri kıta çavuşlarının biraz sert davranmalarına yol açıyordu. Bunu gören yüzbaşı da çavuşları ağza alınmayacak sözlerle haşlıyordu. Bir gün Müfit Kırşehir (Özdeş) dayanamamış:
– Arkadaş, demişti. Senin bu yaptığın hareket doğru değil.
Aynı uyarmayı,
Mustafa Kemal samimi bir Türk milliyetçisi idi. Bunun en canlı misaline Yafa'da şahit oldum. Cumhuriyet devrinde Çankaya'da birkaç defa da ayrıntıları ile kendisinden dinledim.
Mustafa Kemal, 5. Ordu'da Arap ırkından olan askerlere daha özel muamele yapıldığını ve Anadolu çocuklarından daha üstün tutulduklarını gördükçe müteessir oluyordu.
– Osmanlılığın telkin ettiği bu aşağılık duygudan ne zaman kurtulacağız?
Diyordu. Aynı ıstırabı ben de duyuyordum.
– Biliyor musun, Fuat dedi. Mustafa Kemal Paşa'yı ne kadar göreceğim geldi. Bir oğlumu İstanbul’da bırakmıştım. İkincisini Ankara'da buldum. Üçüncüsüne Sıvas’ta kavuşacağım.
Babamın birinci oğlum dediği İstanbul'da irtibat subayı olarak bıraktığım ağabeyim Yüzbaşı Mehmet Ali, ikincisi de bendim. Sıvas'ta kavuşacağını söylediği üçüncü oğlu ise Mustafa Kemal'di.
Milletin istiklali bahis mevzuu olurken, aile endişesi nazarı itibara alınmaz. Çünkü ailesinin huzur ve rahatı ancak milletinin huzur ve kurtuluşu ile kaimdir.
Atatürk'ün hastalığı gün geçtikçe fenaya doğru gidiyordu. Dolmabahçe Sarayı'na nakletmek zarureti hasıl oldu. Kendisine veda ettiğim sırada:
– Fuat Paşa, demişti. Beni yalnız bırakma.