İnsan psikolojisine olan ilginin günümüzdeki gibi popüler olmadığı bir dönemde yazılan eserin baş kahramanı Başuşak Stevens, işini hayatının merkezine koymaktan öte, işinden başka bir hayatı olmayan bir karakter. Kitap bugün yazılmış olsa, otizmli (asperger?) bir başuşağın İngiltere kırsalında gerçekleştirdiği kendi içine yolculuk vs olarak pazarlanırdı muhtemelen. Karakterin kendine ve başkalarına ait duygulara olan yabancılığı çoğu kişiyi güldürmüş ama adamın zavallılığı beni hüzünlendirdi açıkçası.
Örneğin babasının üst katta ölmek üzere olduğu anlarda, kendisinin aşağı katta konuklara ikramda bulunduğu kısım:
"...Dirseğime bir şey dokunduğunu hissedip ardıma döndüğümde Lord Darlington'la yüz yüze geldim.
- Stevens, iyi misin?
- Evet, efendim. Çok iyiyim.
- Ağlıyor gibisin.
Güldüm, bir mendil çıkararak yüzümü çabucak sildim.
- Çok özür dilerim efendim. Yorucu bir günün gerilimi yalnızca..."
Ne kadar üzgün olduğunun farkında bile değil adam. Sadece işini en iyi şekilde yapmaya çalışıyor, hayattaki tek amacı bu. Geri dönüp baktığında, o akşamı gururla hatırlıyor.
Bayan Kenton'ın kendine olan aşkının da farkına varamaması sürpriz olmuyor haliyle.
Otizmli bireylerin duygu dünyasını merak edenler için şiddetle tavsiye edilebilecek bir roman.