Minarelerde ezan sesi yükseliyordu. Mustafa Kemal, Belkahve’deydi. İzmir’i seyrediyordu.
İşgal edildiği gün, bir ulusun kurtuluş Savaşı’nı başlatan, işgali sona erdiği gün, o ulusun kurtuluş savaşını sonlandıran, dünyada bu özelliğe sahip ilk ve tek şehir, İzmir’i seyrediyordu.
Nif’te, kendisi için hazırlanan bağ evine gitti. Taştan, tek kat, penceresiz, gaz lambasının cılız ışığıyla aydınlanan, buram buram Ege kokan bir bağeviydi.
Yorgundu.
Yemek getirdiler, yemedi.
Sigara çıkardı.
Kahve istedi.
“Biliyor musun İsmet” dedi…
“ Bir rüya görmüş gibiyim.”
Karabasanla başlayan,
Üç yıl üç ay 22 gün süren,
Mucize ile biten bir rüya .
Çiçekler açıyordu İzmir’in Dağları’nda.
Alexandra Cavelius
İnsan, insanın kıyametidir!
Bunu en iyi anladığım kitaplardan biri Leyla.
Çok değil 30 yıl önce güya Avrupa’nın göbeğinde (!) yaşanan olayları anlatan bir kitap.
92 senesinde sadece Müslüman bir kadın olduğu için eziyet edilen, işkence gören, defalarca tecavüze uğramış kadınlardan biri Leyla. Savaş başladığında 16 yaşında olan Leyla’nın 3 - 4 sene içerisindeki yaşadıklarını anlatan bir kitap.
Kitap benim için o kadar sürükleyici ve etkileyiciydi ki 36 saat gibi bir sürede okudum sanırım. Okurken boğazıma oturan yumrudan kurtulmak için ard arda yutkunurken gözlerim hep dolu doluydu.
Kesinlikle okullarda okutulması gereken kitaplardan biri.
Bize savaşın, kinin, nefretin; din, dil ve ırk ayrımının ne karar ilkel ve aşağılık bi duruma gelebileceğinin en açık örneklerinden biri.
Matt Haig
-Spoiler var-
Hayattaki seçimlerinden dolayı mutsuz olan Nora Seed intihara meyilli bir depresyon hastasıdır. Anne ve babasını kaybetmiş hayattaki tek yakını abisidir ki abisi geçmiş yüzünden ona kızgın olduğu için görüşmek istemez. Nora’nın çalıştığı müzik mağazasındaki işine son verilmiş, kedisi ölmüş, özel piyano dersi verdiği öğrenci dersi almaktan vazgeçmiştir. Tüm bu aksiliklerin ardından depresyonun dibine vuran Nora intihar eder ve kendisini ölümle yaşam arasında olan “ gece yarısıkütüphanesi”nde bulur. Bu kütüphanede binlerce kitap, her kitabın içinde Nora’nın yapacağı seçimlere göre yaşayacağı hayatlar bulunur. Her seçtiği kitapta kendisini farklı bir yaşamda bulur. Kiminde Deniz biyoloğu, kiminde olimpiyat şampiyonu, kiminde dünyaca ünlü bir rockstar’dır.
Nora mutlu olacağı istediği hayatı bulabilecek mi?
42 dile çevrilen bu roman oldukça sürükleyici, akıcı ve vererek uyandırıcı bir kitap. Bizim günlük hayatımızda pek çok defa şöyle olsaydı nasıl olurdu acaba dediğimiz durumlar kitabın içerisinde bolca mevcut. Üç cümle ile kitabı özetleyebilirim aslında.
Kaderimizi, hayatımızı bizim kendi tercihlerimiz belirliyor.
Mutsuz ve kötü giden hayatımızı değiştirmek bizim elimizde.
Keşkeleri iyilere çevirebiliriz!
“Büyüdükçe anlıyor insan büyüklerin bazı şeyleri neden yaptığını. Herkesin hayatla savaşma biçimi farklıdır, abla. Kimi kaçar, kimi yüzleşir. Kimse kimseyi sen kaçtın, sen yüzleştin, diye yargılayamaz.”
Ama marifet üniforma da değildir. Yürektedir. Herkes asker olur ama herkes Türk askeri olamaz. Biz yüreğimize giydiririz üniformayı. Sen de yüregine giydir. Tamam mı, evlat?
Hangi anıyı silerek başlardı insan unutmaya? En acı vereni mi yoksa en çok unutmak istediğini mi? Cevap basitti. Silinmesi en kolay olanla başlamak isterdi insan. Ama hiçbir zaman silinmesi en kolay olanı silemezdi. En acı vereni, yani en hızlı kaçmak istediğini silmeye çalışırdı onun yerine. Ama bu anıları silmek; insanın ruhunu kazımakla eşdeğerdi. Çünkü hızla kaçtı aslında en hızlı kovalayandı seni.
Düşmanın kafasında kırk tilki dolaşır, kırkının da kuyruğu birbirine değmezmiş. Türk’ün de kafasında kırk tilki dolanırmış ama hepsinin kuyruğu birbirine değer, elinde sonunda bir kördüğüm olurmuş.
…
Düşmanın kafasına ne kadar tilki dönerse dönsün, kuyruklarından birinin ucu diğerine eninde sonunda değermiş. Kafası karışırmış. Lakin Türk’ün kafası o kördüğüme rağmen karışmazmış.
…
Çünkü Türk, kafasında kördüğüm olan kuyrukları kökünden kesermiş !