Hız ve görsel üzerine kurulu bir çağdayız.
Herkes birini bekliyor ama birbirini bekleyen kimse yok artık. Kimse aşk acısı da çekmiyor. Kimsenin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya mevzusuna geliyor konu. Derinlik kalmadı yüzeyde boğuluyoruz gibi geliyor bana çünkü çok seçenek var algısına sahibiz. Halbuki hepimiz bence benzer insanlarla aynı döngüde aynı paradoks yaşıyoruz. Kayboluyoruz gibime geliyor. Bilmiyorum mesela artık biri yakışıklı ya da güzel değilse onu tanımaya değer bile görmüyoruz. Ya evet, hepimizin sonsuz sayıda gidebileceği bir yeri var ama nerede kalacağız?
Nerede kalacağız asıl problem? Esas problem bu değil mi? Bence hepimiz sanki bir şey arıyoruz ama belkide bizi zaten çoktan bulmuş olan bir şeyi arıyoruz. Kuyucaklı Yusufta şey yazıyordu: iki insanın karşılaşması kadere bağlıdır ama yan yana kalmalarını onların gayreti sağlar. Şuan filtrelerin personaların çarpıştığı bir dönemden geçiyoruz. Kimse doğallığı ile sadeliği ile parlamıyor artık.
İnsan zihninin, ölümlü bir dünyada huzura, anlama ve mutluluğa ulaşması için güçlü ve etkili bir duygusal evrime ihtiyacı vardı ki sevmeyi öğrenmeleri, hayatı değerli ve anlamlı kıldı.
Yargı bir sevme kusurudur. Sevmeyi zorlaştırır, yanlış yönlendirir, manipüle eder, sarsar, geciktirir, hata yaptırır ve bütün bunların sonunda da tabiki "mutsuz" kılar.
...Oysaki ruh ancak sevgi, incelik, iyi niyet, saflık arayışındayken nefes alabilir. Bunlar "Sonsuz Yasa" ile uyum içinde olduklarından, sağlık, huzur dolu bir çevre, şaşmaz doğrultuda başarı ve iyi talih gibi koşullarda kendini gösterir.
...Yoldan geçen bir insanın düşüncesizce çiğneyebileceği vahşi bir çiçek, şairin spiritüel gözlerine maddeler dünyasından ilahi bir mesaj gibi görünür.
Ancak aynı koşulun farklı ruhlar için iyi ve kötü anlam ifade etmesi, iyi yada kötünün koşula göre değişmeyip yalnızca kişinin zihninde biçimlendiği gerçeğini kanıtlamaktadır.