Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Sena

Sena
@sadlama
Avukat
İstanbul
1 Haziran 1997
19 okur puanı
Ocak 2021 tarihinde katıldı
200 syf.
·
Puan vermedi
Söyleme Bilmesinler
Söyleme BilmesinlerŞermin Yaşar
9.1/10 · 4.128 okunma
Reklam
Ne hissettiğimi bilmiyordum ki ne isteyeceğimi bileyim.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
"Halbuki incitmek diye bir şey yoktur. Kim, her ne yaparsa yapsın, sizi incitemez. Siz merkezinizden uzaklaşmış olduğunuz için incinirsiniz. Katılaştığınız için çabuk kırılırsınız. Tabi ki herkesin kırgınlık seviyesi farklıdır. Kimi hakarete uğradığında incinir belki, kimi kilo almışsın dendiğinde incinir. Kimi aldatıldığında bile yaralanmaz, kimi geciken bir telefon yüzünden bile yaralanır. Bütün bunlar merkezinizden ne kadar uzaklaştığınızla ilgilidir. Ne kadar sert ve keskin bir kılıca dönüştüğünüze bağlıdır. En sert kılıçlar en hafif darbede kırılır. Mesele dışarıdan aldığınız darbelerle ilgili değildir, mesele tamamen sizin esnekliğinizle, merkezinizdeki duruşunuzla ilgilidir. O yüzden kırmak diye bir şey yoktur, kırılmak vardır. Siz esnek olmadığınız için, merkezinizden fazla uzaklaştığınız için kırılırsınız. Yaralanmak diye bir şey yoktur. Siz esnekliğinizi yitirdiğiniz için yaralanmaktasınızdır. Merkezinde duran, başkasının savaşına müdahil olmayan, esnek ve canlı bir insanın incinmesi, kırılması, yaralanması mümkün değildir. İnsan, incinmemek uğruna güçlü, sert, katı bir savaşçıya dönüştükçe daha fazla incinir, korunma kalkanları daha da korumasız kılar insanı. Gerçek gücünüzü dışarıdan edindiğiniz zırhlarınızdan değil, merkezinizdeki esneklikten alırsınız. Unutmayın, savaşın içinde olmamayı tercih eden, merkezinde sağlam durabilen insanı kimse yenemez."
"Çocukken düştüğünüz için top oynamaktan vazgeçmediniz. Oynamaya devam ettiniz. Şekeriniz elinizden alındığında alan kişiye küsmediniz ona kin beslemediniz, onu bir izzetinefis davasına dönüştürmediniz. Belki o an çok kızdınız ama sonra unuttunuz, yaralanmadınız. Silginizi kafanıza atan arkadaşınız sizi çok ağlatsa da ertesi gün elinden tutup yine birlikte okula gittiniz onunla. Biricik sınıf arkadaşınız taşınıp gittiğinde bir daha arkadaş edinmemeye yemin etmediniz, sonunda yine ayrılık olabilir korkusuyla yeni arkadaşlıklar edinmekten kaçınmadınız, sevmeye devam ettiniz, güvenmeye ve yeni dostluklar edinip gelişmeye devam ettiniz. Gürül gürül akıp gittiniz hayatın içinde. Tecrübelerinizin adını yara koymadınız. Büyürken korkutuldukça ve gerçekten çok korktuğunuzu hissettikçe tecrübelerinize yara ismini vermeye başladınız. Artık deneyim kazanmakla birlikte yaralanmaya da başladınız. Giderek zırhlar edindiniz kendinize, katılaştınız. Güçlü olmak için daha sert bir dil, daha mesafeli bir tavır, daha kaçıngan bir tutum aldınız. Her an savaşa, savunmaya ya da çatışmaya hazır bir insana dönüştünüz, ne kadar katılaştıysanız o denli incinmeye devam ettiniz. Ayrılık ihtimali var diye yeni insanları sevmekten kaçtınız, yine aldatılma ihtimali var diye güvenmekten geri adım attınız, yeniden düşmekten korktuğunuz için düştüğünüz yerde kalmayı tercih ettiniz. Oysa çocukluğunuzdan beri bildiğiniz en iyi şey her şeye sıfırdan yeniden başlamak değil miydi? Yeniden ayağa kalkmak ve yeniden aynı coşkuyla defalarca düşmek pahasına aynı sevgiyle yürümeye devam etmek değil miydi?"
Reklam
"Kaybetme korkusu, aşırı şekilde kontrol etme ihtiyacını ortaya çıkarır ve aşırı kontrol etme ihtiyacı da tatmin edilmesinin imkansız olmasından dolayı aşırı düşünmeye ve kaygılanmaya yol açar. Bütün bunlar sonunda bize neyi gösterir? Kişinin kendini, kendi içinde fazlasıyla değerleştirmeye devam ettiğini."
Sena
@sadlama·Bir kitabı okumayı düşünüyor
Sevilen
SevilenToni Morrison
7.6/10 · 1.437 okunma
Hiper-normalleşme terimi ilk defa Alexei Yurchak’ın Everything Was Forever, Until It Was No More1 adlı kitabında kullanılmıştır. Yurchak, bir ülkenin insanlarının herhangi bir alternatife sahip olmadığı zaman, gerçekleri bilmelerine rağmen, işleyen bir toplum iddiasını sürdürmek zorunda kalacakları için, bu doğrultuda kendilerine düşen rolü mükemmel bir şekilde oynayacağını söyler. Yaşadığımız dönem tam da böyle bir dönemdi. Asgari düzeyde aklıselim bir toplum olduğumuza inanmaya çok ihtiyacımız vardı ve bu doğrultuda rolümüzü hakkıyla oynuyorduk. Zamanla, bu yalan dünya kendi kendini gerçekleştiren bir kehanet haline geldi ve bu piyes, bu toplu sahtekârlık herkes tarafından gerçek olarak kabul edildi.
Bazen işte bu yaşadıklarımızdan uzaklaşmaya çalışıyorum ve bunları hiç yaşamamış olsam nasıl bir dünyam olurdu diye hayal etmeye çalışıyorum. Ama bu anılar beni sıkıca omuzlarımdan tutuyor, sarsıyor ve gitmeme asla izin vermiyorlar. Bir kere gerçeklik ötesi çemberinin içine girdiğinizde, çıksanız bile izini hayat boyu ruhunuzda taşımak zorundasınızdır. Bu çember durmuyor. Asla da durmayacak. Her gün anılarımızda başka bir hatıra, başka bir resim ve bunların hiç yaşanmamış olması gerektiğine dair başka bir hatırlatma. Ne kadar acı verici değil mi?
193 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.