Övgülerden, denk geldiğim ufak tefek güzel satırlardan, az biraz da okuduğum hayat ve ölüm hikayesinden ve en nihayetinde Sylvia Plath’a olan yakınlığından etkilenerek sonunda temin ettim bu şiir kitabını.
Öncelikle kitabın boyutu biraz şaşırttı, bu kadar büyük olduğunu bilmiyordum ama fena da durmuyordu. İkinci nokta ise, şiirlerin “daktilo” yazı tipiyle basılmış olması başta original bir fikirmiş gibi hissettirdi ama bu cazibesini hızla kaybetti çünkü 1- tam olarak daktilo tipi değil ve bir yerden sonra “ciddiyetinden” kaybediyor gibi hissettim, 2- bir yerden sonra okumayı zorlaştırıyor.
Şiirlere gelirsek, biraz hayal kırıklığına uğradım ama Didem Madak okuyup hemen hemen aynı hissedebileceğimi bildiğim için hazırlıklıydım, ki zaten şiir dünyası da biraz zordur, yol öyle dümdüz değildir.
Neyse, depresif /melankolik /karanlık bir dünya olacağından haberim vardı, ki melankolinin de ufaktan kölesi mölesi sayılırım. Ama Nilgün Marmara’nın dünyasına giremedim. Sonlara doğru daha anlaşılır satırlara sahip olsa, özellikle baştaki şiirleri zordu, her satırda daha önce duymadığım ve galiba, doğru anladıysam, kendi ürettiği kelimelerle harmanlanmıştı. Tekerleme gibi hissediliyordu bazen kelimelerin birbirleriyle olan yakınlığından dolayı. Kelimeleri geçtim, anlamlandırmak da hayli zor oldu, hatta olamadı. Belki de şairin bile isteye ördüğü bir duvardı.