İngilizcede epiphany diye bir sözcük vardır... Basitçe söylersem bu şu demektir: "Bir şey bir gün aniden gözünün önünde beliriverir ve onunla birlikte her şeyin görüntüsü değişir."
"Nasıl olsa iyi bir roman yazamıyorum. Roman budur, edebiyat şöyledir gibi kalıplaşmış düşünceleri bir kenara atıp hissettiklerimi, aklıma gelenleri olduğu haliyle, özgürce yazsam daha iyi olmaz mı acaba?"
Gerçekten suya atlamak ve yüzecek miyim, yoksa batacak mıyım diye bakmak gerek, başka çare yok. Belki kaba bir söylem olacak ama yaşam denen şey özünde böyle yaşanır.
Marissa Meyer'in dilini biliyorsanız, onun peri masallarına ve sihirli anlatıma ne kadar bağlı olduğunu da biliyorsunuz demektir.
Gilded'a başlamadan önce beklentilerimi oldukça yükseltmiş, Marissa'nın kaleminin akıp gideceğinden emin bir şekilde okumaya başlamıştım fakat maalesef pek de beklediğim gibi olmadı. Marissa'nın dilinin doluluğu ve kelime seçimleriyle kesinlikle kaliteli bir şey okuduğunuzu anlıyorsunuz fakat bir an önce işimi halledeyim de şu kitabı okuyayım gibi sizi sürükleyip götüren bir kitap değildi. Yani dil konusunda mükemmel fakat akış konusunda geride kalan bir kitaptı. İnsanı merak ettirecek şeyler öyle geç yaşandı ki, kitap keşke hep son 60 sayfa gibi akıp merak ettirseydi dedim. Sizi merak ettirecek bir şey olmadığında ve kitabın o kendine özgü boğuk havasında -ki Marissa bu havayı çok iyi kurmuş- debelenip durduğunuzda ise kitabı bitirmek pek de mümkün olmuyor. Bu nedenle kitabı elime nadiren ve zorla ala ala 22 günde ancak okuyabildim. Serilda sevdiğim bir karakter olmasına rağmen yaşanan şeyler beni kendine öyle çekmedi ki, yalnızca Gild ile olan sahneleri için okumaya çalıştım. Gel gör ki Serilda'nın Gild ile sahneleri bir elin parmağını geçmeyecek kadardı.
Yine de kitabın sonu şapka çıkarılacak türdendi. Olayların gitgide bir çıkmaza dönüşmesi ve aniden yaşanan gelişmeler kitabın sonunu su gibi okuttu.
Ama söylediğim gibi, keşke kitabın başları da kendini son 60 sayfa gibi okutsaydı.