Biz aklımızı peşin olarak (sahibine) teslim ettik ve ondan sonra bize geri verilen akılla düşünmeye başladık. İşte esasta hür, istiklalli, kudretli; ve eseriyle, tesiriyle, her şeyiyle her şeyin üstünde olan akıl budur!
Işığa koşan bir kelebeğin o telaşlı halinden, geceyi, bir dalgayı yararcasına aşan yarasadaki o radarlı yürüyüşten, baharda gülün birdenbire açılışından, sonbaharda bütün tabiatın ölüşünden, evrensel bir kefen gibi varlığı bürüyen kıştan, peygamberleri dinlemediği zamanın kılıcıyla toza ve küle çevrilen medeniyetlerden, ölümden ve ölüm ötesinden, mezardan, doğumdan ve çocuktan, yeraltından, ayın üstündeki altın tozlara kadar düşünmek, insana, Yaratıcı tarafından bağışlanan en soylu bir özellik değil midir ?
Varlığa hikmet nazarıyla bakan kişi zahirdeki suretlerin arkasındaki mânâyı idrak etmek için çalışır. Eşyanın zatında iyi, güzel ve doğru olduğunu bilir ve yeryüzündeki yolculuğunu buna göre tertip eder. İnsanın duygularıyla, aklıyla, kalbiyle ve ruhuyla bir bütün olduğunu görür. Özündeki ilahi cevherin yaratılışın gayesiyle aynı olduğunu bilir ve buna göre hareket eder. Hayatının anlamı üzerinde düşünürken bunu bencil bir varoluş güdüsüyle yapmaz. Kendi varlığının, ancak parçası olduğu büyük varlık dairesi ile anlamlı hâle geldiğini hiçbir zaman aklından çıkartmaz. Hayatının neden ve nasıl bir anlamı olduğu üzerinde düşünür. Zira anlamı olmayan bir hayatı yaşamasının mümkün olmadığını bilir. Bu noktada biz de bu konu üzerinde düşünmeye çalışalım ve soralım: Varlık, akıl ve hikmet açısından baktığımızda hayatın bir anlamı var mı?