Bir çocukla bir yetişkinin korkuları arasındaki fark işte bu, diye düşündü Sarah, gözünü kırpmadan rüzgârı dinlerken. Çocuklar gerçeküstü şeylerden, uçan gizemli adamlardan, gardıroptaki canavarlardan korkarlar ama anneleriyle babalarının onları dünyadaki kötülüklerden koruyacaklarına inandıkları için yeniden uykuya dalarlar. Karanlık pencerenin ötesinde pusuya yatmış gerçek tehlikeli yaratıklardan bihaberdirler çünkü. Kara adam ya da olabilecek en korkunç canavardan daha karmaşık olan korkuları bilmezler. Çünkü bu canavarlara bir ad koymak için ne kadar uğraşırsak uğraşalım onların ne yüzleri vardır ne de ete kemiğe bürünmüşlerdir.
Chaol geriye çekilse de Celaena'yı bırakmadı. "Neden ağlıyorsun?"
"Çünkü," diye fısıldadı Celaena. Sesi titriyordu. "Bana dünyanın nasıl bir yer olması gerektiğini hatırlatıyorsun. Dünyanın nasıl bir yer olabileceğini."
I hold on behind me, happy no one seems to have noticed, because, let's face it, it's hard to look fearless when you're clutching the railing like a chicken.
And here's something else he'd never believe. I'm fighting to be here in this shitty, messed-up world. Standing on the ledge of the bell tower isn't about dying. It's about having control. It's about never going to sleep again.
Muad'Dib'in öylesine çabuk öğrenmesinin sebebi ilk eğitimini öğrenmek üzerine almış olmasıydı. Bu konuda aldığı ilk ders de öğrenebileceğine inanması gerektiğiydi. Pek çok insanın öğrenebileceğine inanmamaması, daha da fazlasının ise öğrenmenin zor olduğuna inanması afallatıcıdır. Muad'Dib her deneyimin bir ders taşıdığını biliyordu.
"Mesele şu, Sorrengail. Umut kaypak, tehlikeli bir şeydir. Dikkatini dağıtır ve kişiyi ait olduğu yerde, olanaklarda tutmak yerine olasılıklara yönlendirir."