Altı şubattan geriye ne kaldı? Mahir Ünsal Eriş'in hemen hemen bütün kitaplarını okudum. Hikâyelerinde direkt ya da dolaylı yoldan deprem geçiyordu. Ve bu benim çok dikkatimi çekmişti. Hatta bir kaç arkadaş ortamında "99 depremi nasıl bir travma ki yazarda sürekli bahsetmiş." dedim. Abartıyor mu diye de içimden geçmedi değil hani. Ve aradan yıllar geçmiş olsa da böyle bir felaket insan da enkaz bırakıyordu maalesef bir de abartı olmadığı gerçeğini. Kendimi bildim bileli babam, Kahramanmaraş'tan çok büyük bir fay hattı geçiyor harekete geçerse, Maraş falan kalmaz derdi. Çok şükür bizim yaşadığımız güzel şehrimiz ufak tefek yaralarla atlattı. Fakat hep cenaze geldi maalesef mezarlığın birden dolması kaldı mesela. Kiminle konuşsak ailesini, akrabasını, komşusunu, arkadaşını kaybetmişti eksik bir yan kalmıştı mesela. Her konuşmanın sohbetin en mutlu olduğumuz anın sonunda depremli cümleler kalmıştı mesela. Birbirimize "artık depremi konuşmayalım." sözünü tutamamak kaldı mesela. Avizelerden nefret etme, elektrik kesintisine çığlık atma kaldı mesela. Montlar başucunda, gözlükle uyuma kaldı. Yoldan hızlı geçen bir araba görünce gözlerimizde tedirginlik kaldı. Google'dan en çok aranan son depremler, hava durumuna bakma kaldı. Rüzgarla karışık sağanak yağmurun yediden yetmişe deprem getireceğine inanmak kaldı. İş makinelerinden hele hilti sesinden korkmak kaldı. Yara bere İçindeyim şarkısını duyunca gözlerden akan yaşlar kaldı. Kaldı, kaldı... Onlarca insanımızın acısı, yaşanan travmalar enkaz gibi içimizde kaldı.