Böylece bencilliklerin oluşturduğu bir bileşim en güzel toplumsal birliktelikleri yozlaştırıp yok eder. Beyaz mermerin içindeki siyah damar her yanı kaplar ve heykelinizi yeniden yapmak için her an yontu kaleminin altında bekler.
Bir İdam Mahkumunun Son Günü ise “Bir kitap okudum ve hayatım değişti.” cümlesi, tüm mecazlardan sıyrılıp gerçek bir anlama bürünüyor. Ölümsüz yazar Victor Hugo’nun 1829 yılında kaleme aldığı roman, yazarın Paris’teki ünlü Greve Meydanı’nda gerçekleştirilen bir idama tanıklık etmesinden ilham alıyor.
Bir İdam Mahkumunun Son Günü, 19’uncu yüzyıl Fransa’sını gerçekçi bir biçimde yansıtması bakımından tarihi ve toplumsal bir kaynak olarak değerlendiriliyor. Yazarın henüz 27 yaşındayken takma bir adla yayımladığı eser, döneminin siyasi ve sosyolojik yapısına bir eleştiri niteliği taşıyor.
Tüm çıkışlar kapatıldığında insani tutkular denizinin nasıl öfkeyle coşup kabardığını, nasıl taşıp yüreğin derinliklerini oyduğunu, bentlerini yıkıp yatağından taşana kadar içsel hıçkırıklar, boğuk çırpınışlar halinde nasıl patladığını bilmiyordu.
Dupduru deniz suyunun içinde, pek çok kez beklenmedik değişik biçimde, oldukça iri hayvanlar görmüştü: Denizanası türünde bir yaratık; suyun dışında yumuşak bir billura benzer, suyun içine yeniden atılınca, saydamlık, renk eşitliği, kaybolacak derecede, oradaki ortama katılır. Bundan şu sonuca ulaşmıştı: Değil mi ki canlı saydamlıklar suda yaşıyordu, bunlar kadar canlı daha başka saydamlıklar da havada yaşayabilirlerdi pekâlâ. Kuşlar hava yaratıkları değillerdir; onlar hem havada, hem de karada yaşıyorlardı. Gilliatt ıssız havaya inanmıyordu. Diyordu ki: “Madem deniz doludur, hava neden boş olsun?” Hava rengindeki yaratıklar ışık içinde görünmez olurlardı, böylelikle de gözümüzden kaçabilirlerdi; bunların havada bulunmadığını kim kanıtlayabilir?