" Mevlânâ, baştan sona aşktı. Fakat aşk neydi? Bunu, bir gün ona sormuşlardı da, o da «Ben ol da bil!» demişti.
«Ben ol da bil!» diyor. İnsanlar nasıl o, olabilir? "
İstanbul'a musallat olan büyük veba salgınında şehir dışında bir köye çekilmiş bir müderris Efdal Zade'nin derslerini bırakmayarak haftada dört gün medreseye gelmesi, Fatih'i ona karşı minnettar bırakmış ve "Sen vazifeni yaptın, ben de bana düşeni yaparım." diye onu taltif etmişti.
Hükümdar ilim aşkını ömrünün sonuna kadar hiç kaybetmemiş, bir imparatordan daha çok bir etüdyan olarak yaşamayı sevmiştir.
" Mevlânâ Hüdavendigar evinden içeri girdiği zaman sorardı: «Bugün evde yiyecek ne var?» Eğer «Hiç bir şey yok» diye cevap alırsa sevinir, şükürler eder, «Hamdolsun, bugün evimiz Peygamberi'mizin evine benziyor» derdi. Eğer «Hiç bir eksiğimiz yok, her şey hazır» derlerse, Mevlânâ üzülür, yüzünü kara bulutlar kaplar «Bu evden Firavun kokusu geliyor» diye titizlenirdi.
Evinde ışık olarak, çerağ uyandırılırdı. «Mum, hükümdarlara gerek. Çerağ, fakirler içindir» derdi ... "
"...Annemi kaybetmekten çok üzgünüm. Ama benim bu acımı gideren bir tek tesellim var: Anavatanı yoksulluğa, yokluğa sürükleyen idarenin artık bir daha geri gelmemek üzere yokluğun mezarına götürülmüş olduğunu görerek ölmüş olmasıdır."
Sayfa 120 - Mustafa Kemal Paşa annesinin mezarı başında
Mademki Mustafa Kemal'in Ankara'sında yaşıyorduk. Ne o mahzenlerden, ne arka bahçedeki kör kuyudan, ne karanlık merdivenlerden korkmaya ne sebep vardı?
-Çalışmak boşuna yorulmak, terlemek değildir. Zamanın gerçeklerine göre ilim ve teknik ve her türlü uygar buluşlarından istifade etmeyi bilmek demektir.
Aslında, bugün Türk kadınlarının asla aklından çıkarmaması gereken yalın bir gerçek var: Bugün bize verilen haklar, biz bunların ne kadarını kullanabilirsek kullanalım… Kurtuluş Savaşı'nın kadınlarının ve erkeklerinin, önce cephelerde, sonra Meclis'te ve toplum içinde verdikleri büyük savaşların bize sunulmuş birer armağanıdır. Biz bu haklara emeksiz, zahmetsiz, bedelsiz sahip olduk doğrusu. Oysa, Savaş'a fiilen katılan, çeteler kurarak dövüşen, İnönü Savaşlarında madalyalar kazanan, "kağnı kolları"nı örgütleyen, cephelere cephane götüren, askere çorap ören, Yunan'a esir düşen, ekmek fırınlarında yakılan ve dahası eşini, oğlunu, babasını, ağasını şehit veren kadınların hakkıydı bu armağan edilen özgürlük.
Âşık oldum erene ermek ile
Hakk’ı buldum ben eri bulmak ile
Ere erdim, erde buldum maksudum
Bulamadım taşradan sormak ile.
Ne yere baktım ise er oturur
Gönlün aldum yüz yere sürmek ile
Hak’tan imiş canlara cümle nasip
Olmaz imiş Kâbe’ye varmak ile
Yunus’a sorsanız hayatının bütün hikayesi bu. Ere ermek! Bunu yapabilene ne mutlu. Yapamayan yüz defa Kâbe’ye de varsa nafile!