Sibel K. Türker, 1968'de Ankara'da doğdu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Uğur Mumcu Araştırma Gazetecilik Vakfı seminerlerine katıldıktan sonra öykü yazmaya başladı. Şiirleri Sombahar dergisinde; denemeleri Radikal İki ve Milliyet Sanat'ta; öyküleri ise Hayalet Gemi ve Adam Öykü'de çıktı. Kalp Yazan ve Öykü Sersemi adlı ilk iki öykü kitabı Doğan Kitapçılık tarafından yayımlandı.
İki gün önce okulumuzda söyleşi ve imza günü yapan yazarla kahve içip sohbet ettikten sonra kitabını okumak (ilk kez kitabını okuyorum) çok tuhaf oldu benim için. Üç ayrı kitabıyla beş ödül almış bir yazarla sohbet ederken yazılarını bilmeden ne kadar rahat davrandığımı sonradan bu kitabı okurken düşündüm. Bu kadar iyi olduğunu bilseydim, O kahve ve sigara içerken ben yanında o günkü gibi olamazdım herhalde. (Nasıl olduğumu sormayın)
Sözlük okurdum demişti söyleşi de, kelimelerle aram iyidir demişti. Bunun böyle olduğunu kitapta net bir şekilde gördüm. On öyküden oluşan kitapta yaşamın kıyısına itilmiş insanların öyküleri anlatıyor. 1000Kitap'ta okunmamış bir yazar aynı zamanda :)
Öykü SersemiSibel K. Türker · Can Yayınları · 201233 okunma
Sibel Kayalı Türker'in okuduğum ilk kitabı. Kitap; 2012 yılında Duygu Asena Roman ödülü, 2013 yılında Yunus Nadi Roman Ödülü ve 2013 yılında Tepeyran Roman Ödülüne layık görülmüş.
Kitap, iki kadının tanışıp dost olmalarını; hayat, sevgi, ölüm, kadın olmak gibi hayata dair çeşitli konuları irdelemelerini anlatır. Aslında eser melankolik bir eserdir. Ancak yazarın karakterlerin üzerinde durduğu, tartıştığı konuları esprili bir dil ile sunması bu melankolikliğe çok da kapılmamanızı sağlar. Benim severek okuduğum bir eser oldu.
Kitabın arka kapağında yazan satırlar da çok hoşuma gittiği için paylaşmak istedim.
"Hey kadınlar! Akşamın bu saatinde, bir yer altı treninin içinde aslında birer aşk yolcusu olduğunuzu bilmiyor muydunuz? Hepimiz, istisnasız hepimiz biraz dövülüp ezileceğiz. Yolculuğumuz bittiğinde ise bu akşam treninden kozayı delip çıkan kelebekler gibi mutlu ve özgür ve bilmiş ve tükenmiş ama hayatta kalarak yerüstünün ışıklarına doğru aceleyle uçuşarak çıkıp gideceğiz. Nereye mi ey kadınlar! Karanlık inlerimize tabii ki."
Mecnun Kelebekler bir sokak kavgasıyla başlıyor ve kavganın tek gerçek şahidi Cemal abisi ile yürüyüşe çıkan efsunlu Vedia'nın kör oğlu Ferhat. Parklarda, bahçelerde gezerek hiç görmediği dünyanın hayatlarını anlatıyor Cemal abisi Ferhat'a, Vedia halasında kalmaya başladığı günden beri Cemal kendi kavgasının sorgusunu içinde veriyor. Böylelikle gerisin geri başlıyor herkes sorguya takkesini önüne koyup, özellikle Filiz, kocası İsmet onu terk edince iyi saatte görünsünlerle kendi iç maneviyatına dönüp dolaşıp sıkışıp kalıyor. Gündelikçilikle geçirdiği evini, maddi varlığını umursamıyor hatta gözü tek evladı Nilay'ı bile görmüyor. Nilay eski devrimci idealist büfeci babası İsmet ve mum ışığında kendini arayan annesi arasında ikiye bölünüyor.
Filiz her dara düştüğü vakit tek dostu Vedia ablasına koşuyor okuyup üflesin diye, neler okumuyor ki Vedia abla lakin boynu bükük bir gül olmaktan öteye gidemiyor Filiz.
Çok severek okudum Mecnun Kelebekler'i, yalın bir anlatım ile yağmurlu bir günün sabahı dinlenen o güzel şarkı gibi bir etki bıraktı üzerimde.