Aylin Peksert

Çıkmaz yazarı
Yazar
10.0/10
1 Kişi
4
Okunma
2
Beğeni
363
Görüntülenme

Aylin Peksert Gönderileri

Aylin Peksert kitaplarını, Aylin Peksert sözleri ve alıntılarını, Aylin Peksert yazarlarını, Aylin Peksert yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
"Gözlerim hemen doldu, ne aglak bir kadin olmustum. "Olur da kendini kirlenmis hissedersen, olur da bir yerine kum yapismis gibi huzursuzlanirsan bunun sadece bir kuruntudan ibaret oldugunu bil. Inciler, istiridyenin içinde saklidir isterse koca deniz istiridyeyi yutan kumlarin en dibine atsin, inci yine beyazligindan bir sey kaybetmez çünkü istiridye buna izin vermez.”
210 syf.
9/10 puan verdi
·
4 günde okudu
Myrina Yayınları’ndan çıkan kitap, yazar
Aylin Peksert
Aylin Peksert
e ait. Ana karakterin kendini mutlu etme kabiliyeti yaşamı sen şakrak götüren karakterinin ardındaki hüzünlü ve yaralı ruhu beni çok etkiledi aslında .hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı, insanın içi kan ağlarken dışının gülebildiğini düşündürdü. Kamuran Hafifmeşrep erkeklerin gönlünü ederek
Yadigar
YadigarAylin Peksert · Myrina Yayınları · 20232 okunma
Reklam
"Ve kadin yaratildi, Bütün erkekler ona kandi. Hep gururun ardindan bakti, Yine de gönüllerde yasadi. Göçmen kuşlarını kuskandi, Diyar diyar dolasti. Yine de unutulmadı. Unutulmadi. "
“Kızım.” dememle bir ağlama tuttu. Ebe, kızımla aramızdaki göbek bağını kesip yüreğimizi bağladı. Koynuna girme ihtiyacıyla doldum, gönlümün hıçkırıkları aklıma takılırken bedenim titremeye başladı. Bir elimle kalbimi tuttum sanki tutmasam çıkacak kızımın boynuna sarılacaktı. Şarkımız bırakın odayı koca bir şehirde çalmaya başladı. Ağlaması yavaş yavaş kesilir oldu, kanlı bedeni nefese açtı. Ağlamaları tekrar şiddetlendi, hemşire kucağına aldığında başı bana dönüktü. Gözlerini zar zor kırparken gözlerime bakar gibi oldu, kendimi de kandırmış olabilirim, olsun. Hiç bu denli güzel kandırılmamıştım. Hemşire tam gidecekken elimi onun küçücük parmaklarına uzattım. Parmağım onun parmaklarına değdiğinde kırılan kemiklerim kaynamıştı. Ne alçıya gerek kalmıştı ne merheme. Bütün acılarım katlanmış bir valize konmuştu. Küçük başı hemşirenin omzuna dayanmış, ağlaması hafifte olsa durulmuştu, bütün bunlar birkaç dakika içinde olmuştu. Lakin biliyorum ki yaradan sırf ben onu biraz daha göreyim diye zamanı durdurmuştu. Parmakları öyle küçüktü ki nasıl kırılan kemiklerimi iyileştirecek kadar güçlüydü, anlayamamıştım. Esmer kızım yavaş yavaş odadan dışarı çıkıyor, kapının dibine kadar gidiyordu. Ben ona gülümseyip el salladığımda görmediğini biliyordum. Lakin gönlüm döndü ve dedi ki; Ne demek görmüyor, görüyor! Seni görmese ağlaması böylesine durulur muydu? Gönlümün bu söyledikleri aklıma da yatmıştı, ikisi bir oldular ve beni buna inandırdılar, huzurla arkama yaslandım. Ne de güzel kandırılmıştım!
Bir anlığına yirmili yaşlarımı özledim, o şarkıyı haftada bir kere duymayı, şuh kahkahalarımın kulağa gelen tizliğini, adamların gözümde büyük durmasını özledim. Bir an öleceğimi en derinlerimde bir yerde hissettim sonrasında suyun üzerine çıktı ve bana el salladı. Demek gerçekten ben bile ölecektim. Aklım, gönlüme bir demet peçete uzattı. Gönlüm yanaklarından süzülen gözyaşlarını silmekle uğraş verirken anladı ki silmekle geçmeyecekti. Önümde duran irmik helvasıyla bakıştım. Koynumdaki inci kolye ağırlaştı, birisini hatırladım.
“Âşık olmak istiyordum, oldum.” dedi. “Kendini kandırıyorsun.” diyerek karşılık verdim. “Herhangi bir şeye kanmak istedim, kimse kandırmayınca iş başa düştü.” Birden söylenen bu sözlerin anlamını çözemesem de kendi kendine kurguladığını düşünüyordum. Kim bilir neyden dolayı söylemişti bunları, bilemiyordum. Ablamın kafasının içindekileri anlamak eskisinden daha zor bir hal almıştı. Eskiden az konuşurdu şimdi ise eskisine göre daha fazla konuşması kafa karıştırıyordu. Ne tam olarak ne demek istediğini söylüyor ne de tutarlı davranıyordu. Bu yüzden şimdi anladığımı sansam da muhtemelen yarım saate anlamadığıma inandıracak sözler edecekti. Gözlerinin içine baktım, insanın özü gözlerinin içinde saklıdır. Bana kendini anlatmıyordu, kendini anlamaya çalışıyordu.
Reklam
“Kan revan içinde kalmış öyle söylerdi.” “Ayol bizimki de anne işte! İnsan hiç kızına düşüğünün nasıl olduğunu anlatır mı? Oldu olacak açıp gösterseymiş de…” “Kadın acısını paylaşmıştı işte.” dedi lakin bu cümleyi öyle bir nefesine yedirdi ki basbayağı lafı yemiştim. Toplumun belli acılara böylesine yalancı bir dokunulmazlık yüklemesi bana öyle komik geliyordu ki size nasıl anlatsam bilemiyorum. Özellikle bu annelik olayları beni yiyip bitiriyor, ya gören de bana doğuruyorsun sanacak! Kim bilir kimden peydahladı o çocuğu da hangi adamın altına yatmaktan düşüverdi? Hadi diyelim ki üzüldü tamam saygı duyalım anneliğine... Düşene üzülen kadın hiç düşmeyenlere sevinmez mi? Biz düşmedik de ne oldu, gören de çok değerimizi bildi sanacak. Aman ben bunları ne diye içimde tutuyorsam? “Ay abla Allah aşkına biz düşmedik de ne oldu?” “Belki sana bu denli öfkesi de bundandı...” Hah bir bu eksikti, ablam yine başlamıştı avukatlığa. “Ya sen inanıyor musun gerçekten buna? Annemin davranışlarına böyle duygusal bir neden bulmaya harcadığın vakit kadar annem acı çekmemiştir.” “İnanmak istiyorum.”
Bir elimde ablamın inci kolyesi bir elimde ablamın okuduğu kitaplarının arasına yazdığı notlar vardı. Reşit olalı epey olmuştu bu yüzden iki ay öncesine kadar korka korka gelen adamlar şimdi elini kolunu sallayarak soframa oturuyordu. İnci kolyeyi çalan pikabın üstüne koydum, dizlerimin üstünde sürüne sürüne yerde kaydım, bir sürü okuma kitabı vardı ve ablam bu kadarını okumuş olamazdı. Elimde iki tane kitap kalmıştı diğerlerinin teker teker her bir sayfasına bakmış, ablamın içlerine yazdığı kısa notları bulmuştum. Çoğu yazdıklarının ne başı vardı ne sonu lakin belliydi ki bir baş ve son yaratmaya çalışıyordu kendine. O adamı bulmaya çalışıyordu hatta bir yere yazmış ki, kaç senedir aklımdasın ama ben bile seni tanıyamadım. Elimdeki sararmış kağıtlı kitabı bir bir çevirmeye başladım, yüzlerce sayfaya tek tek baktım. Ayraç diye büktüğü sayfanın ucunda şöyle yazıyordu: “Bu dünyaya bir ah bırakmaya geldim.”
Cebinden bir fotoğraf çıkardı böyle siyah beyaz renkli içinde de gencecik esmer bir kadın… Hamileydi. Ne yalan söyleyeyim ben de hafiften sarhoştum, adam gençti fotoğraf siyah beyazdı ve kadın hamileydi. Koştum gittim ablamın odasına, kafasındaki adamın yüreğini soğutmak için yazdığı notlardan bir kısmı elime aldım ve soframa geri döndüm. Nasıl kafasındaki adama yazdığından eminsin derseniz emindim işte, ciddi ciddi adamı kafasında kurması bir yana üstelik yaşadıklarını da kafasında kuruyor bu da yetmezmiş gibi o acılara ilaç buluyor, olmayan adama sürmeye çalışıyordu. Yani öyle yapmış… Bir zamanlar. Adam elimde kağıtla geri döndüğümde kaşlarını çattı, okumaya başladım: “Sen annenin katili olduğunu söylüyorsun bense annenin senin için kendini feda ettiğini... İki cevap da yanlış ne sen katilsin ne de annen kendisini feda etti ama başka seçeneğimiz de yok. Bu soruyu cevaplama hakkı olan kimse o cevaplayacak; annen. Senin bunu cevaplamaya hakkın yok. Düşün, annen yaşıyor olsaydı hangisini seçerdi, katilimsin mi derdi yoksa ben kendimi sana feda ettim mi? Ne sen ne de baban bu soruyu cevaplayamaz, annene bir cevap hakkı borçlusun.” Genç adamın kafası karışmış bir halde bana baktığını görünce kendimle nasıl gururlandım, anlatamam. Nasıl da çözmüştüm, tamam ablamın cümleleriydi okuduklarım lakin önemli olan yazmak değil zamanında okumaktır. Genç adam hafifçe bir tebessüm etti, bu tebessümle birlikte içime bir kuşku düşmüştü, yanlış mı anlamıştım yoksa? Hayır yanlış anlamamıştım fazla saf olmuştum gözünde, ah ablamın aklıyla kuyuya inersem o kuyuyu yalnız bırakmayayım üzülür diye kuyudan çıkamazdım.
“O yazıyı yazan sen miydin?” diye sorunca gözümden bir damla yaş aktı. Ona rakı sofrasında okuduğum ve bana oğlunu vermesine sebep olan yazıdan bahsediyordu. “Evet.” dedim. Adam inanmadı bu söylediğime, sahi kim yazmıştı o yazıyı? “Öyle olsun.” diyerek kalkacaktı ki, “Seni tanımayacak.” dedim bir bana bir oğluma baktı. “Seni de hatırlamayacak.” Zırıl zırıl ağlamama öyle az kalmıştı ki adam çekti gitti. Ben ağlamaya koyulurken oğlum uyanmadı, plağın sesi yükseldikçe yükseldi. Bacaklarım tutmaz oldu, koltuktan aşağı aktı kimsenin tutacak hali yoktu, aklım bir köşeye çekilmiş beni izliyordu. Ne oldu diyordum ona ne oldu? Gönlüm susmasını söylüyordu, sustu onun da konuşacak hali yoktu. Dizlerimin üstüne çöktüm, oğlumun ayaklarına kapandım şimdi uyandığına emindim. Babasını tanıyacaktı hatta hatırlayacaktı. Aklım ağzımı kapattı ah demek o da bana kıyamadı... Şarkıyla birlikte kafam bir oraya bir buraya gidiyordu, gönlüm kollarını boynuma doladı lakin bana yetmedi. Hiçbir şey oğlumun kollarının yerini tutmuyordu, dayanamadım oğlumu kucağıma aldım, sorgusuz sualsiz boynuma sarıldı, el kadar bebek nasıl da insana güvende hissettirebiliyordu peki ya o da öyle hissediyor muydu?
41 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.