Hayatın içinde seni barındırdığı her karesinde, uzun uzun soluklar alarak, o günlük, o sıradan ayrıntılarını alabildiğince büyütüp içinde kaybolarak severdim seni. Odanın içinde, varlığına yıllardır aşina olduğun bir eşya gibi sessizce kaybolarak seni izlemek ve başının üzerinden sonsuzluğa akıp giden düş bulutlarında şekillenen her sözü, yüreğimde senin için büyüttüğüm şiire mısra yapıp eklemekti seni sevmek.
Ömründe gerçek bir izi, anlamlı bir sesi olanları tutmaya çalışıyorsun. Olmuyor, tutamıyorsun... Belki sende onların elinden, gönlünden kaçıp gittin. Belki sende onların sana en muhtaç oldukları bir anda savrulup gittin.
Gözlerime vuruyor, içimin boşluğu. Bir sancı gibi... Ruhumu yeraltına kapatarak dışarı çıkıyorum.
Bu yokluğu ben hazırladım kendime. Şimdi, hiçbir yere ait değilim.
En büyük kayboluş, sevip sevip sonunda kimi sevdiğini bilememekmiş... İçimde bir ses, durmadan, dünyanın sonu geldi, diyor. Dünyanın sonu, bu halime öyle çok uyuyor ki hiç üzülmeden, hiç korkmadan kabulleniyorum onu.