"Ben ateştim , Heyvbanû bir kelebek. Ateşimin tek kıvılcımıyla kanatlarını yakardım. Bir daha ne o uçabilirdi ne de ben yangınlarını söndürebilirdim."
Beni öyle bir kucakladı ki ,kaburgalarım kaburgasına geçecek gibiydi. Sol eli başımın arkasına ulaştığında beni gövdesine bastırdı. Sesli bir nefes verdiğini işittim. “Yetiştim,” dedi
Sonu uçuruma mı çıkıyor yoksa düzlüğe mi, belli olmayan bir yol. Ve ne yazık ki bu yol; Heyvbanû’nun tam ortasında oturup, bana göz kırptığı yol… Gitsem, kumar… Gitmesem, önümde sunulan düz yola herhangi bir insanla sapsam, içimde; onun yolundan gitmediğim için rahatsız eden bir öfke boy gösteriyor. İki yol arasında kararsız kalan adımlarım, iki yolun da ortasında bulunan insanlardan birini muhakkak yakacaktı ama daha önceden yanmış ve çorak bir toprağa dönmüş yolu, tekrar yakmak olacak iş miydi? Çıkacak yangına binaen bir sigara daha yaktım. Gözlerimi, içime çektiğim dumanla yumarken, yüzümde belli belirsiz bir gülümseme oluştu. Dudaklarım kendi kafasına göre bir gerçeği, dış dünyaya saldı. “Ama o yol, nasıl güzel…”
Ben ateştim, Hevybanu bir kelebek. Ateşimin tek kıvılcımıyla kanatlarını yakardım. Bir daha ne o uçabilirdi ne de ben yangınını söndürebilirdim. Anca benim korlarım altında, önce umutları, sonra hayalleri yanarak tükenirdi.
Başımı hafifçe geriye doğru atmış bir vaziyette gözlerine bakarken,uzun uzun düşündüm. Hangi Alp Aslan gerçekti? Zehirli diliyle öldürmekten beter eden mı yoksa önümde diz çöküp, ayakkabı bağcığımı bağlayacak kadar ince düşüncesi olan, şimdi bir şiirmiş gibi gözlerime bakıp; gözlerindeki göktr havalanmış uçurtmaları bana göstermekten çekinmeyen mi?