Peki ama kendisine bu acıları neden
reva görüyordu, kendisini yazan? Ne amaçlıyor olabilirdi, kendi acıları mıydı yoksa? Tüm bu acıları kendisine bir ün kazandırsın diye mi döküyordu kâğıda? Ne kadar sorgularsa sorgulasın bir sonuca varamayacağını anlıyordu artık ve de daha fazla derine
battığını. Nasıl olur da Ses’i tüm çıplaklığı ile gördüğüne şaştı, oysa Ses yalnızca bir sanrıydı, tıpkı Akaki, tıpkı Rodya ve tıpkı
tüm diğerleri gibi…
Geçmişten süregelen tüm benlerinin baktığı ortak şeyi, gökyüzünü ağır adımlarla ardında bırakarak yürüdü. Yürüdü, yürüdü ve yürüdü, her adımla daha çok yaklaştı hengâmenin
kaynağına. Az ilerisindeki bankta öylece büzüşmüş yatan bir adam gördü mühim çantalı adam. Ölü bir adamdı yatan.
Cesede yaklaştı, açtı ceset ve üşüyordu. Mühim çantasını açtı ve bankta öylece yatan cesedin başucuna bir tomar kâğıt
koydu. Ceset canlandı, kâğıdın kokusunu alınca. İlkin içinden cesedin yanına bir not ya da bir kart bırakmak geçti, ama
sonra kendisini bulanın ceset olduğunu anlayınca vazgeçip arayışına devam etti. Ceset o kâğıt parçalarıyla bedenini canlandıracak şişe şişe sıvılar aldı ve o kağıtlardan daha çok
elde etmek için altında özgürce dolaştığı gökyüzünü kapatacak tahtalar ve taş duvarlar inşa etti. Ceset her geçen gün
daha çok inşa etti ve bedenini canlandıracak sıvıya daha çok sahip olmaya başladı. Bedeninin canlılığını ispat edecek
yığınla bedene temas etti bedeni cesedin. Her geçen gün daha çok sahip oldu ve daha fazlasını arzu etmeye başladı
ceset, sahip oldukları bedeninin canlılığı için yeterli gelmiyordu. Bedeni canlandıkca ruhu ölüyordu cesedin, bunu fark etti mühim adam, ama yine de olsa yine de o tomar kâğıdı
bırakacaktı başucuna. Hüznün melodisini yüksek perdeden duymasına neden olan şeydi, hengâmenin kaynağı..
Yazıyor, yazıyor ve sadece yazıyorum. Elimden başka ne gelir bilmem, adımın popüler kültür karşısında ezilip kalması beni yalnızca yazdıktan sonra beklemeye itiyor. Belki de ismim karşılığını tıpkı onca yazar gibi öldükten sonra alır, bilemiyorum. Artık şarlatanlara saydıracak gücü de bulamıyorum kendimde, yalnızca bekliyorum. Kitaba gelecek olursak, bugün, dün ve yarın belki de hepsini aynı anda yaşıyoruzdur; belki de bu yazıyı binlerce defadır aynı şekilde yazıyorumdur da ben farkında değilim yalnızca. Şöyle bir yazısını okumuştum bir filozofun "zaman düz bir çemberdir, bu yüzden yaptığımız ya da yapacağımız her şeyi tekrar tekrar yapacağız" sanırım değinmek istediğim devinim bundan ibaret. Mesude'ye gelecek olursak: iki kardeş ailenin arasındaki düşmanlığı ve akan kanı durdurmak için yeni doğan kız çocuğuna Mesude adı verilir. Zamanla aileler arasındaki düşmanlık bitmeye başlar, düşmanlık bittikçe kişilerin kendi içindeki savaş boy gösterir. Sanırım kitap için yazacaklarım bundan ibaret. Mutlu olmanızı değil, her daim mutluluğu kovalamanızı diliyorum
MesudeMehmet Ekinci · Ritim Sanat Yayınları · 20215 okunma
Hayatı boyunca ezilmiş bir insan eline gücü geçirdiği zaman ne olur? Muhtemelen sefalet döneminde çekmiş olduğu acıların doğurduğu güzel düşlere yönelmesini beklemek en doğal düşünce olur. Eddie, hayatı boyunca ırkçılığa maruz kalan siyahi Eddie, eline o gücü gerçek hayatında çekmiş olduğu acılar sayesinde kafasında kurmuş olduğu dünya ile ulaşır. O ütopik dünyayı, her şeyin güzel olabileceğini kendisine kanıtlamak için kuruyor, ama sefalet ve acılarla dolu yaşamı onu güzel düşlere itmek yerine yine sefalet döneminde yaşadığı acıların içine doldurduğu nefrete yenik düşüp, tanrısal bir güce erişip, her şeyin güzel olabileceğini düşündüğü dünyayı acılara boğarak günden güne biraz daha öldürmeye başlar kendisini. "Yeryüzünde siyahiler tamamı il yok olunca, beyazlar kendi aralarındaki siyahileri bulmaya başlar."
"Zaman yeryüzündeki en büyük azılı katildir"
Mehmet Ekinci
Eddie'nin Güneşi
yakın zamanda okuduğum,yakın bir arkadaşım ikinci eseri.ilk olarak okuma şansını yakalamanın mutluluğunu da ekliyorum.buradan kadim dostuma başarılarının devamını dilerim.
edebî olarak;büyük bir realist roman.hikaye iki bölümden oluşuyor.eddie baş karakterinin ve dostunun yaşadığı ırkçılığı onun gözünden görüyorsunuz.psikolojik olarak toplumsal ve bireysel yozlaşmanın ne denli zarar verdiğini hissettiriyor.yer ve mekan algısı hayali olarak oluşturulmuş, bu da hayal gücünüzü zorlayıcı bir etken.kırılgan ve yorulmuş olan karakterimiz yazdığı bir kitabının yayımlaması hayaliyle dolu ve bunun uğraşı içinde.bu yolda yaşadığı olayları konu ediniyor.ikinci bölüm ise en benim için en çarpıcı yeri.ikinci bölüm baş karakterin yarattığı dünyada birbirini tanımayan bir düzine insanın,bilmedikleri bir yerde,duvarla çevrili bir alanda uyanmasıyla başlıyor.yemek ve içmek gibi hayati ihtiyaçları yabancı bir uçan cisimle sağlanıyor.ne olduğunu ve nasıl bu hale geldiklerini anlamaya çalışırken geriliyorsunuz.siyahi ve beyaz insanların birbirine üstünlük kurma çabası da eklenince ırkçılığı ne denli kanlı sonuçlar doğuracağına tanık oluyorsunuz.
kısaca;bu yozlaşmış günümüz edebiyatına bir nostaljik dille girmeye çalışan kadim dostum için herkese okumasını tavsiye ediyorum.yeter ki sosyal ve kültürel yozlaşma üzerine yazmaya devam etsin.kalemine sağlık.