Kullanılıp atılmış, sümüklü kâğıt mendiller kadar bile değerleri yoktu işçilerin!
Kat kat işçi cesetlerinin et parçalarıyla sağlamlaştırıldı maden tünellerinin duvarları.
Büyük kentlerden uzakta
olmayı fırsat bilip “buralarda” da dehşetengiz zulümler yaptılar. Bazen, küçük taşıma vagonlarında, madencilerin kopmuş baş ve serçe parmaklarını kömürlere yapışmış halde görebilirdiniz.
Kadınlar durumları öylesine kanıksamışlardı ki, böyle manzaralar karşısında kaşlarını bile oynatmazlardı.
Tüm bunlara "alıştırılmış” olan
kadınlar, insan uzuvları ihtiva eden kömür vagonlarını ifadesiz bir çehreyle bir sonraki yükleme noktasına iterdi.
İstiridye komşusuna dedi ki: "İçimde büyük bir acı duyuyorum; ağır ve yuvarlak. Yüreğimi daraltıyor.”
Öbür istiridye kurumlu bir tavırla cevap verdi: "Şükürler olsun göğe ve denize! İçimde hiçbir acı hissetmiyorum. Sağlığım yerinde, kalbimden kabuğuma kadar çok iyiyim.”
O sırada, bir yengeç geçti oradan, iki istiridyenin konuştuklarını duydu ve çok iyi olduğunu söyleyen istiridyeye şöyle dedi: "Gerçekten de sağlığın mükemmel. Ama komşunun yaşadığı acı, olağanüstü güzellikte bir inciden kaynaklanıyor."
Hepsi birazcık da
para biriktirip, iç topraklardaki memleketlerine dönmeyi düşünüyordu.
Fakat gemiden inip
Hakodate ya da Otaru kentlerine ayak basıp çalışmaya başlayınca,
ayakları pirinç kekine saplanmış serçe
misali çırpındılar.
Sonunda, tıpkı “doğdukları günkü” gibi çırılçıplak
soyulup sokağa atılmış buldular kendilerini.
İç topraklardaki memleketlerine dönemezlerdi.
Onlar da, kimselerinin olmadığı karlı Hokkaido'da “o seneyi atlatmak”
için üç otuz paraya
bedenlerini “satmak"
zorunda kaldılar.
“İlk olarak Filipinli yazar Ninotchka Rosca tarafından kullanılmış ‘Yengeç Sepeti Sendromunun’ şöyle bir hikâyesi var:
Kumsalda yürüyen bir adam, avlanan balıkçıya yaklaştığında kova içerisindeki yakalanmış yengeçleri bir yengeç sepetinin içinde görür. Kovanın üstü açıktır, kapağı yoktur. Bu durum onu şaşırtır çünkü yengeçlerin kaçabileceğini düşünür. Balıkçıya sorduğunda, ‘Evet, tek bir yengeç olsaydı kesinlikle kaçardı. Ancak pek çok yengeç varsa, biri kaçmaya çalıştığında diğerleri onu yakalar, kaçamayacağından emin olur, geri kalanlar da aynı kaderi yaşarlar,’ yanıtını alır..
Tek bir yengeç kapaksız kovadan rahatlıkla çıkabilirken, sayı arttıkça kaçış imkânsızlaşır. Sonunda kimse kazanamaz..
Yengeç Sepeti Sendromu, ‘ben yapamıyorsam sen de yapamazsın, ben başaramıyorsam sen de başaramazsın,’ felsefesini güder. Hayatımızın her evresinde bizi aşağı çekenler olur. Bakın bu durumu Cenap Şahabettin ne güzel özetlemiş:
‘Haset, başkasının balını, kendi ağzına zehir etmektir.’
Hayatınızın direksiyonunu kimsenin eline vermeyin…”
-Kendimi yengeç gibi hissediyorum Simone.
Sebebi nedir?
-Yengeçler denizde yaşar ama yüzemez.
Ben de nefes alabiliyorum ama dünyaya bir türlü ayak uyduramadım sanırım.