Yorum

Agalloch isimli okurun asıl gönderisini gör
Sorel okurunun profil resmi
Derrida toplumun son şeklini almasını neye dayandırıyor? Toplumlar yapay malzemelerden ibaret değil ki son şekillerini alsınlar. Topluluklar birbirlerinden farklıdır zira ve her topluluk oluşun içerisinde bir tarihsel anlar dizisine tekabül eder. Değişiklikler de bu oluşların belirli bir yeğinlik/düzey noktalarına denk gelmesiyle oluşabilir. Böylece değişiklikler salt para ile veya top tüfek ile değil, hakim araçların ve toplumsal ilişkilerin ilişkileriyle değişip dönüşürler. Hakim uçlar arasındaki gerilim oluşun içerisinde daimi bir hareket-oluşa tabidir. Kesintiler, ara devreler olsa da
Agalloch okurunun profil resmi
Rousseau'nun zamanında kamusal güç ikna aracı olarak dilin yerine geçmiş, halktan vergi haricinde bir beklenti olmadığından iktidar halka hitabı gereksiz görmüş. Halkın toplanmasının engellenmesi ve uyrukların dağınık tutulması da modern siyasetin birinci ilkesiymiş. Rousseau'ya göre zaten o devirde konuşulan dilin halka meram anlatması ve onları özgür kılması da imkansızmış. Dilin gücünden (iletişimden) ve halkın iktidara karşı örgütlenmesinden umudunu kesen Rousseau'nun açıklamaları...
Eren okurunun profil resmi
“Toplumların son şeklini alması” argümanı ile “ideolojilerin/tarihin sonu” argümanını birlikte ele almak gerekiyor kanımca. Gramatoloji 1967’de yayınlandığında Daniel Bell’in ünlü İdeolojinin Sonu metinlerinin yayınlanmasının üstünden yedi yıl geçmişti ve gerek Anglo-Sakson dünyada gerek Kıta Avrupa’sında anti-komünist konumun mottosu haline gelmeye başlamıştı. 60’ların sonu etiğin politikanın yerini almaya başladığı yıllar aynı zamanda. Derrida ise bana kalırsa bir politik nihilist ve argümanlarını etiğe dayandırıyor. Bu bağlamda Derrida için toplumlar son şekillerini almışlardır çünkü politika ortadan kalkmıştır. Yalnızca etik vardır ve bu etik hiçbir anlamda toplumsal dönüşüm çabasına izin vermez. Oldukça bireyseldir ve sakınımlılığı salık verir. Bu söylediklerime dair karşı argümantasyon Simon Critchley’in The ethics of deconstruction adlı kitabında geliştirmiştir. Critchley, bu kitapta Derrida etiğinin yıkıcı niteliğinin yanı sıra kurucu bir nitelik de taşıdığını ileri sürüyor. Kurucu etiğin politika ile ilişkisinin nasıl kurulacağı ise bence hala bir muamma.
Sorel okurunun profil resmi
Agalloch
Agalloch
Rousseau’nun maalesef birçok konuda “gerici” açıklamaları mevcut. Belirli sabit fikirler üzerinden fikir yürütmesi oluşu görmesini engellediğini düşünüyorum. Halk veya topluluklar belirli sabit noktalar üzerinden tanımlanmaz; onlara öz atfetmek de aynı ölçüde sorunludur. Bir oluşa tabi olan dinamikleri değerlendirmek için belirli noktasal açılar olmalıdır muhakkak ancak bu noktasal açılar oluşun dinamiklerini ıskalamamalı.
Sorel okurunun profil resmi
Eren
Eren
Derrida’nın kurucu etiğinin “affetme” üzerinden temellendirilmesi de ayrı bir sorunsal olarak görülür. Derrida, Marx olmazsa olmaz, Marx’sız olmaz( Marx ve Mahdumları Eserinde) ifadesinin ne tür bir Marksist okuma olduğu da şaibeli. Marxsolog ve Marxizm birbirinden ayrı biçimde ele alınınca ortaya çıkan düşünce biçimi, diyalektikten ve sınıfsal çelişkilerden soyunan bir Marx portresidir.
Sorel okurunun profil resmi
Eren
Eren
Dediğinden yola çıkarsak, Derrida Platon’u da “gerisinde” bırakmıştır. Etiğin temel dayanağının ne’liği nedir? Etik hangi temel dayanaklara yaslanabilir? Doğal hukuka mı? Politikasız bir etik nasıl düşünülebilir? Etik paradigmayı oluşturan dayanağın kendisi toplumsal koşullarken, düşünce Rodos’un üstünden atlayıp tarihsel dinamikleri bile “arkasında” bırakıyor.
Yorum yapabilmek için giriş yapmanız gerekmektedir.