Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu.
Hani, kurşun sıksan geçmez geceden,
Anlatamam, nasıl ıssız, karanlık...
Ve zehir-zıkkım cigaram.
Gene bir cehennem var yastığımda,
Gel artık...
Bir ufka vardık ki artık
Yalnız değiliz sevgilim.
Gerçi gece uzun,
Gece karanlık,
Ama bütün korkulardan uzak.
Bir sevdadır böylesine yaşamak,
Tek başına
Ölüme bir soluk kala,
Tek başına
Zindanda yatarken bile,
Asla yalnız kalmamak.
ilk bölümde anlatılan aile travmalarinin genetikle aktarilabilecegi fikri oldukca aklıma yattı. her çocuğun doğduğu ortamın izleriyle büyüdüğüne ve karakterinin de böyle sekillendigine daha önceden de şahit olmuştum ancak bunun genetik bir boyutu olabileceği aklımın ucundan dahi gecmezdi bu baglamda ilk bölümle epigenetik konusu ilgimi kazanmayi başardı. ayrica bu travmaların doğurabileceği avantajlı durumlarin da olması farklı bir bakış açısı oldu benim için.
Zihnimin devamlı en kötü senaryoyu düşünerek ve yeterince endişelenirsem en çok korktuğum şeyden kendimi koruyabileceğim yalanıyla nasıl alay ettiğini öğrendim.
Savaşın acılarını en çok yaşayan çocuklarken savaş esnasında Çanakkale'deki çocukların tanıklıklarıyla yaşanılanları anlatmayı hiç düşünmedik, çünkü biz, çocukları seven ama çocukluğu sevmeyen bir toplumuz.