Mevlevîlik, kendisini, Fars edebiyat ve kültür geleneklerinde yetişmiş Osmanlı
aydınları, özellikle bürokratik sınıf arasında kabul ettirmiştir. Böylece Mevlevilik, başlıca esinini Farsçadan alan klasik Osmanlı edebiyatının yaratılışında önemli bir etmen olmuştur. 1 8 . yüzyıl Osmanlı müzisyen ve şairlerinin başında Mevlevîler gelir. Klasik Osmanlı sanatı üzerindeki derin etkilerinin yanı sıra Mevleviler, Bektaşiler gibi, bütü nüyle kendi Mevlevi geleneklerine dayalı bir müzik ve edebiyat yaratmışlardır.
Şeyh Bedreddin basit bir derviş değildi. Dini ilimler, özellikle de İslam hukuku üzerine tanınmış kitaplarıyla büyük bilginler arasında yer almıştır. Fakat "zahiri ilimler"i tatmin edici bulmamış, Şeyh Hüseyin Ahlâtîl'nin etkisiyle sûfîliğe geçmiş ve bir sûfî şeyh olarak Batı Anadolu ve Rumeli'nde faaliyette bulunmuştur.
Bedreddin'in mutasavvıflığı, genellikle İbnü'l Arabi'ye dayanır. İbnü'l Arabi'nin Füsûsü'l-Hikem'ine bir şerh yazdığı da biliniyor. Hutbelerinden derlenmiş ve kendi tasavvuf anlayışını yansıtan Varidat adlı kitapta, vahdet-i vücud felse fesini şu sözlerle anlatır:
Tanrı'nın görünmesi, varlığının bir gereğidir. Bu görünümler dünyası, 'mutlak tipleri, türleri ve kişileriyle eskidir', ne başlangıcı vardır ne de sonu; zamanda yaratılmış değildir. Maddi dünya yok olursa ruhi ve gayricisml dünya da yok olur. 'Yaratılış ve yokoluş sonsuz bir süreçtir'. 'Bu ve öte dünya bütünüyle düşsel hayallerdir; cennet ve cehennem, iyi ve kötü eylemlerin tatlı ve acı tinsel görünümlerinden başka bir şey değildir'.
Saray duvarlarını İtalyan saraylan gibi freskolarla bezediğini ve portresini yapması için Venedik'ten getirttiği Gentile Bellini'ye iltifatlar yağdırdığını biliyoruz. Berlinghieri, Geogrqfia'sını, Roberto Valturio da De re militari adlı önemli yapıtını Fatih'e sunmayı arzu etmişlerdi. Giovanni-Maria Filelfo Amyris adlı kasidesinde Fatih'i övmüştür. Bütün bunlar, bazılannın onu bir Rönesans hükümdarı olarak görmesine neden olmuştur; oysa bu gerçekten uzak bir görüştür. Fatih'in Hıristiyan dünyaya ilgisinin tek sebebi, Roma ve İtalya fatihi ve yöneticisi olma isteğidir. Fatih, kültür bakımından tam bir Müslümandı; Hocazade'ye derin bir hayranlık duyar, şeyhi Akşemseddin'in gaibi keşfettiğine inanırdı. Döneminde sanatta Avrupa stiline hayranlık duyulması ve tatbiki ilimlerden birkaç yüzeysel alıntı yapılması gibi özellikler bir yana, gerçekte yeni bir kültür yönelişi ortaya çıkmamıştır.
Fatih Sultan Mehmet'in İtalyan Rönesans kültürüne ilgi duyduğu, ancak daha sonra bu hareketin durdurulduğu iddia edilmiştir. Osmanlı sultanlarının en özgür düşüncelisi hiç kuşkusuz Fatih'ti. Hıristiyan dininin ilkelerini yetkili bir kişiden öğrenmek için Patrik Gennadius'a Hıristiyanlık üstüne bir risale yazmasını emretmiş; Trabzonlu Amirutzes, İmrozlu Kritovulos ve Anconalı Ciriaco gibi Yunan ve İtalyan bilginlerini sarayında toplamış, Amirutzes'e bir dünya haritası ısmarlamış, Batlam yus'un coğrafyasını Türkçeye çevirtmiş, sarayda Yunan ve Latin klasiklerinden bir kütüphane kurmuştur.
Osmanlılar, Avrupa coğrafyasını erken bir dönemde benimsemişlerdir. Pîrî Reis, deniz seferlerinde ele geçen Kristof Kolomb'un haritasından ve en son Portekiz portolano'larından yararlanmıştır.
Liberal düşünceli Fatih Sultan Mehmet, din ve felsefe arasındaki ilişki üzerine Gazâlî'yle İbn Rüşd arasındaki ünlü tartışmayı yeniden açarak döneminin iki büyük ilahi yatçısı olan Alaeddin Tûsî'yle Bursalı Hocazade'ye (öl. 1488), konu üzerinde birer risale yazmalarını önerdi. Dönemin uleması Hocazade'nin yapıtım üstün bul du, Alaeddin, küçümsendiği duygusuna kapılarak anavatam iran'a döndü. İbn Rüşd, Gazali'ye karşı, felsefe ve dinin uzlaştırılabileceğini ve tam bir Tanrı bilgisi edinebilmek için akli istidalin gerekli olduğunu savunmuştu. Hocazade, aklın mantıkî ilimlerde kusursuz olmakla birlikte, ilahiyatla ilgili konularda kullanılmasının yanlışlara yol açtığını söylemiştir. Hocazade, bazı bakımlardan yanlış olan Gazali'nin yöntemini düzelttiğini de ileri sürmüştür. Aynca, amacının, felsefenin iddialarına karşı şeriatı savunmak olduğunu açıkça söylemiştir. Böylece, averroizm yani İbn Rüşd felsefesi İtalya'da çalışılmış ve Rönesans düşüncesinde önemli bir etmen olurken, Osmanlı medreselerinde kapsamlı bir skolastik felsefe yerleşmekte idi. Hocazade'nin yapıtı, ününü İslam dünyasında günümüze kadar korumuş, 19. yüzyılda lbn Rüşd ve Gazali'nin yapıtlarıyla birlikte basılmıştır.
Osmanlıların matematik dahisi, Kadızade lakabıyla bilinen Musa Paşa'dır. Euclid ve Çagmini üzerine yazdığı şerhleri son döneme kadar medrese derslerin de kullanılmıştır. Kadızade, Timur'un torunu Uluğ Beg'in sarayına giderek Semerkand rasathanesinin yöneticisi olmuş ve orada İslam astronomisinde son söz sayılan Uluğ Beg'in Zîc'i üzerinde çalışmıştır. Rasathanede onun yerine öğrencisi Ali Kuşçu (ö. 1474) geçmiş, Uluğ Beg'in Zîc'i tamamlanmasına çalışmıştır. Sonraları Fatih, Ali Kuşçu'ya özel lütuflarda bulunarak İstanbul'a çağırmış ve Osmanlı matematiğinde parlak bir çağ başlatmıştır. Ali Kuşçu, aritmetik ve astronomi üzerinde yapıtlarını İstanbul'da yazmış, aynı zamanda da Molla Lütfi (ö. 1494) ve Mirim Çelebi (ö. 1525) gibi önemli matematikçiler yetiştirmiştir.
Mantık, matematik ya da astronomi gibi fikri ilimleri dine aykın bulan, bağnaz ulema her zaman görülmüştür; ama Osmanlı müderrisleri, genellikle Gazali'nin, bütün ilimlerin temel öğelerini içeren mantıkla matematiğe düşmanlığın faydasız olduğu görüşünü benimsemişler; bu bilgilerin aklı doğru düşünmeye alıştırarak ilahî gerçeklerin belirlenmesine yardım ettiğine inanmışlardır. Bunun sonucu Osmanlı medreselerinde akli ilimler dersler arasına konmuştur. 15. yüzyılda bu ilimlere büyük önem veren Fatih Mehmed'in himayesi altında Osmanlı uleması İslam dünyasında matematik ve astronomide gerçek bir seçkinliğe erişmiştir. Mehmet Fenari fikri ilimlerde uzmanlaşmıştı. Mantıkla ilgili yapıtı, imparatorluğun son günlerine dek medrese derslerinin ayrılmaz bir parçası oldu.
Damat İbrahim Paşa'nın sadrazamlığı sırasında, 1721'de Fransa'ya elçilikle gönderilen açık fikirli Yirmi Sekiz Mehmet Çelebi'ye, Avrupa icadları hakkında bilgi toplama talimatı verilmişti. Onun oğlu Said Çelebi Paris'te matbaa ile ilgilenmiş, daha sonra bir matbaa kurmak için girişimde bulunmuş, Sultan'ın iznini sağlamış, ( 1727) mat baa işlerinden anlayan bir Macar'ı, İbrahim Müteferrika'yı bularak ilk matbaayı kurmuştur.
Osmanlı-Türk Matbaası ancak 18. yüzyılda bir devlet girişimi sonucu kurulmuştur. 1683- 1699 bozgun yıllarında Osmanlılar Batı medeniyetinin üstünlüğünü kabul etmiş ve laik uyanma çağı başlamıştır.