Bir an gözlerini, dokun pas ve zift kokan iskelesinden çok uzaklara dikti Vehimi, "Mohaç ovasındaydık oğul. 20 Zilkade 932, Çarşamba (20 Ağustos 1526) seher vaktiydi. Hafifçe çiseleyen yağmurun altında sabah namazını birlikte kıldığımızı anımsıyorum; ardından Hünkarımızın, zırhının üzerinde kızıl pelerininin etekleri hafifçe dalgalanırken yaptığı duasını da: 'İlahi! Kuvvet ve kudret senin, İlahi! Zafer senin, inayet senin, himaye senin, karşında aciz bir bölük olan bu Muhammed ümmetini yerindirme, kuvetli düşman kafirlerini sevindirme!'"
"Bu dua tüm orduya münadiler aracılığıyla yayılırken bizler hep bir ağızdan, 'Amin!' diyorduk. Ardından ak küheylanıyla alaylar arasında dörtnala gezinmiş ve askerine hitap etmişti Muhteşem Süleyman: 'Ey Mübarek Sancak-ı Şerif altında toplanan Müslümanlar! Ey yeniçeriler, azaplar, sipahiler, humbaracılar, çarhacılar, akıncı beylerim, erlerim, erenlerim, askerlerim! Cümle alem bilir ki, Müslümanlar, yalnız ve yalnız Allah rızasını kazanmak için cenk ederler. İşte bizler de buralara kadar, İslam dininin yayılmasına mani olmak isteyen fitnecilerle harp etmeye geldik. Ölürsek şehidiz,kalırsak gazi... Gayrı göreyim sizi!'"