Bana,önceki peygamberlerden kimseye verilmemiş olan beş hususiyet verildi:
" 1. Bir aylık mesafeden düşmanın kalbine korku salmakla yardım olundum. 2. Bana yeryüzü mescid ve temiz kılındı. Binâenaleyh ümmetimden herhangi bir mü'min, namaz vakti gelince, hemen olduğu yerde namazını kılsın! 3. Benden önce hiçbir peygambere helâl kılınmayan ganimet, bana helal kılındı. 4. Şefaat izni verildi. 5. Benden önceki peygamberler, sadece milletlerine gönderilirlerdi. Ben ise, bütün insanlığa peygamber olarak gönderildim." (Buhari, Teyemmüm, 1) Diğer bir rivayette Allah Rasûlü üç hususa daha işaret buyururlar. "1. Bana ceuamiu'l-kelim olma (az sözle pek çok manalar ifade edebilme) husüsiyeti bahşedildi. 2. Peygamberlik benimle sona erdi ve mühürlendi, benden sonra hiçbir peygamber gelmeyecektir. 3. Uyuduğum bir esnada bana yeryüzü hazinelerinin anahtarları getirildi ve önüme kondu." (Müslim, Mesacid, 5, 6)
Sayfa 200
Bilge Kağan ve Tonyukuk
Buda dini 6 ve 8. asırlar esnasında Orta-Asya'da yayılma faaliyetine girişirken Gök-Türk hükümdarı Bilge Han ve onun hakim veziri Tonyukuk bu dinin kabulünü reddediyor onun yumuşaklık ve miskinlik telkin ettiğini savaşı ve hayvan kesmeyi yasaklayarak Türklerin hayat şartlarına uymadığını mücadele güçlerini bozacağını düşünüyor ve kalabalık Çinliler karşısında istiklallerini korumakta zorluk çekeceklerini ileri sürüyorlardı. Böylece bu mümtaz devlet adamları hakikaten milli hususiyet, ihtiyaç ve endişelere göre hareket etmişlerdir. Bu münasebetle 9. asır Arap mütefekkiri Cahiz'in Mani dinini kabul eden Uygurların savaşçı kabiliyetini kaybettiklerine dair beyanını hatırlamak yerinde olur.
Sayfa 32 - Ötüken
Reklam
Bilge Kağan
Buda dini 6 ve 8. asırlar esnasında Orta-Asya'da yayılma faaliyetine girişirken Gök-Türk hükümdarı Bilge Han ve onun hakim veziri Tonyukuk bu dinin kabulünü reddediyor onun yumuşaklık ve miskinlik telkin ettiğini savaşı ve hayvan kesmeyi yasaklayarak Türklerin hayat şartlarına uymadığını mücadele güçlerini bozacağını düşünüyor ve kalabalık Çinliler karşısında istiklallerini korumakta zorluk çekeceklerini ileri sürüyorlardı. Böylece bu mümtaz devlet adamları hakikaten milli hususiyet, ihtiyaç ve endişelere göre hareket etmişlerdir. Bu münasebetle 9. asır Arap mütefekkiri Cahiz'in Mani dinini kabul eden Uygurların savaşçı kabiliyetini kaybettiklerine dair beyanını hatırlamak yerinde olur.
Provokatörlerin, casusların, fitnelerin hayatlarını, üstünkörü gözden geçirmiş olanlar bile, bilirler ki, bu siyaset kuklalarını kullanan tek bir el, tek bir ip, tek bir değnek vardır : Şahsi menfaat!.. Topunun arasında bir tek müşterek hususiyet vardır : Ruhi dalalet. Ve hepsinin tek bir sonu vardır : Keyif verici zehirlerin elinde karanlık mazilerini unutmaya çalışarak ölmek...
Sayfa 25 - Adam Yayınları
Kabaca 6.yüzyıldan 12. yüzyıla, Bizans'tan Ra venne'e kadar hüküm sürmüş olan Bizans sanatı, adam akıllı hiye­rarşileşmiş ve kutsallaşmış toplumların sanatıdır. Moza­ikler ve kiliselerin resimleri Hazreti İsa, Hazreti Meıyem veya havarileri, bu dünyanın "büyükleri "şeklinde takdim ederler. Hazreti İsa, Haça gerilmiş Mesih değil, aksine "Pantocrator" (mutlak güç sahibi hükümdar)'dır. Hazreti Meıyem, acı çeken anne olmayıp "dünyanın haşmetli Kraliçesi "dir. Bu "mütealiliği / aşkınlığı " (yani insanların gündelik dünyasından bu kopuşu, dünyaya nispetle, dün­ya ile kıyas kabul etmez şekildeki bu üstünlüğü) ifade et­meye özgü bu sanat dili, zorunlu olarak gerçekçilikten çok uzaktır . Çünkü dünyayla ilgili her tür hareket veya ifade hususiyet reddedilmiştir. Renk, gerçekliği ve dindı­şı tarihi aydınlatan renk değildir. Tabii bir ışık kaynağından çıkmaz o. Bu renk semavi varlıklara has bir ışıldama­dır. Bizzat onların içinden çıkar gelir. Altın sansı veya ko­yu mavi zeminler, figürleri dünyevi bir dekor veya manza­ra içinde yer almayan görüntüler olarak dışa vururlar.
Sayfa 172Kitabı okudu
Hep söylerim; yine söyleyeyim: "Bilgilerin yanlış olduğu yerde yorumların doğruluğu tartışılmaz!" Nitekim bu kural gereğince, geçen yazımda, sayın Hulki Cevizoğlu'nun 1 Ekim 1999 tarihli Akşam gazetesindeki makalesini -mesnedleri bakımından- eleştiri konusu yapmış ve "TARİHİ AYDINLATACAK BELGE" diye onca vaveyla ile tanıttığı kitabın, 1944 tarihli meşhur bir derlemenin ikinci basımı olmaktan gayrı bir hususiyet taşımadığını belirtip şöyle demiştim: Akif'in münferid çeviri denemeleri ile resmi çeviri denemesi arasında herhangi bir alaka yoktur! Sayın Cevizoğlu, 6 Ekim 1999 tarihli cevabi yazısında, ne yazık ki eleştirimin yöneldiği yeri dahi anlamadıklarını gösteren ifadelerle nefsi müdafaaya kalkışıp bu yargım hakkında "Bu da ne demek oluyor?" şeklinde bir sual îrad ediyorlar. Bu da gösteriyor ki: kendileri, bilmediklerini de bilmiyorlar.
Reklam