öyle yorgunum ki şimdi... kaybedecek zamanım da yok üstelik. baştan başlamak zorundayım kendim olmaya. bana sızan tüm yanlış değerleri birer birer yakalayıp eritmeliyim içimde.
sen sevmeyi biliyorsun. bense acemi bir çocuğum bu hayatta.
aşk duygusu beni alıp götürüyor, mutlu ediyor. ama aynı zamanda da yakıyor, bana acı veriyor, tüm imkânsız aşkların acı verdiği gibi.
çünkü bu imkânsızlığın keskin bir biçimde bilincindeyim.
zorluğa alışır insan; çaba gösterir, hile yapar, baştan çıkarmaya çalışır, kendini güzelleştirir, hep yenme umudu taşır içinde. ama imkânsızlık özünde yenilmişliğimizi içerir.
odayı, aniden derin bir sessizlik kapladı; ama sözcükleri kulaklarımda yankılanmayı sürdürdü; bıçak ucu kadar sivri bir şey gibi, dokunabilir, somut bir nesne gibi kulaklarımdan beynime, başımın en derin noktalarına sızıp oraya saplandı.
ne var ki rüyalar taş duvarlardan geçer, karanlık odaları aydınlatır ya da aydınlık odaları karartırlar; düşlerde insanlar istedikleri gibi odalara girip çıkarlar, çilingirlerle alay ederler.
"kızlar dünyada yaşadıkları müddetçe yaz geldiğinde kelebeğe dönüşen tırtıllar gibidir; fakat o âna kadar kurtlar, larvalar vardır, anlıyor musunuz; her birinin kendine has arzuları, gereksinimleri ve bünyeleri vardır."
vakit geceymiş, gündüzmüş, önemi yoktur ama geceyse hissedersin. gece; unuttuklarını, unutamadıklarını, düşündüklerini, ertelediklerini, hayatında ne var ne yok getirir aklının ucuna, döke saça bırakır gider.
youngju şu anda içinden geldiği gibi changin'i düşünüyordu. geçmişi yeniden canlandırıyordu. sıkıca bastırdığı düşünceler ve duygularını serbest bırakıyordu. geçmişin görüntüleri ve hatıraları yüreğini parçalara ayırsa da artık dayanabileceğini hissediyordu. bunca zaman duygularını dizginlemek adına çok fazla enerji harcadığına bakılırsa, hepsi hâlâ derinlerinde varlığını korumuş olmalıydı. bundan sonra geçip gitmelerine izin vermeliydi. bir süre daha ağlaması gerekiyorsa, ağlamalıydı. ardında bırakmaya devam ettikçe, geçmişini düşünse de artık gözyaşı dökmediği günler gelecek ve o zaman youngju ellerini uzatarak şimdiki anını kucaklayacak, tüm gücüyle ona sıkıca tutunacaktı.
elbette söylemek istediğimiz bir şey olmasa bile konuşmak, karşımızdaki kişiye nezaket gösterdiğimiz anlamına da gelebilirdi. ancak çoğu zaman başkalarını düşünmekten asıl kendimizi düşünemez hale geliyorduk. ondan bundan bahsederek kendimizi konuşmaya zorlarken birdenbire bomboş hissediyor, bir an önce bulunduğumuz yerden çıkıp gitme isteğiyle sarmalanıyorduk.