Herkes böyle yaşıyor" diyerek teselli buluyoruz. Ve sonun da hiçbir şey yapmıyoruz. Yapmayı planladığımız, yaparsak bizi mutlu edeceğini bildiğimiz şeyleri de bir süre sonra unutuyoruz. Hayatımız böyle geçiyor, sistem böyle işliyor, kendi kurduğumuz mekanizmanın dişlileri arasında ezilmeyi kabul eden yine bizleriz. Gönüllüler olarak teslim olduğumuz bu düzende dünyaya gelmiş olmamız bile bir mucize oysa. Milyonlarcasını eleyip o büyük yarışı kazanarak dünyaya geliyoruz, sonra ne oluyorsa pes ediyoruz, korkuyoruz ve haksızlığa susuyoruz. Benim itirazım var buna.
Zehirli egoların ülkesinde doğduğun anda, gözünü dikenler birikir etrafında. Seni aşağı çekerler. Farklı biri olacaksan suçlarlar. Daha küçükken öğretirler çaresizliği. İdeolojilerden, dayatmalardan kurtulamazsın. Kendinden şüphe duymaya başlarsın. İlla kalabalıklarda yok olacaksın, fark ettirmeyeceksin kendini. Herkesi memnun etmek için döndürdükleri çarkın içine düştün mü yandın. Direneceksin. Yaratıcı düşünürsen ezilirsin. İnadına hayal kuracaksın. Sorguladın mı damgalandın. Meydan okuyacaksın. Korkutacaklar. Yenilmeyeceksin.
Özgürlüğünü elinden çalacaklar. İzin vermeyeceksin. Mutluluğunu kıskanacaklar, olsun. Umutlarına katık yapacaksın. Düşüneceksin. Aptal bırakan düzene haykıracaksın tüm gücünle. Eleştirdikçe yükseldiğini fark edeceksin o zaman. Gençsin ama bu gençliği hissedemiyorsun. Umutlarını çalıyorlar çaresizce seyrediyorsun. Abartılı hassasiyetlerin toplumunda var olmaya çalışırken ortalama hayatlara mahkûm bugünkü gençliğin yılgın neferisin.
Birey olmak zorundasın. Kimse seni kurtarmayacak, kimse sana hayatın yalan olduğunu göstermeyecek. Uyanacaksın.
Taraf seçmeye zorlayana kükreyeceksin. Yoksa seni yok edecekler. Zor ama gözünü karartacaksın, yoksa savrulursun. Bunu istiyor düzen.
Hayat anbean bizimle konuşur. Çünkü bu dünyadaki vazifemiz yaşamaktır. Hayat bizimle konuşarak, yaşamın inceliklerini paylaşır. Paylaştığı bilgileri duyanlar için, kader artık bir sır olmaktan çıkar. Yapılan ve yaşanan şeyler de tesadüften ibaret olmaz böylece...
Her seferinde o kupkuru evleri daha ilk günden yaşayan bir yer haline getirmenin yollarını arıyorduk. Çünkü orayı bir an evvel senin kılman, seninle nefes alıp veren, sen kokan bir yer haline getirmen gerekiyordu. Sonsuz yuva arayışımızın kurallarından biriydi bu. Daha kolileri açarken başlıyordun mekânla arandaki boşluğu doldurmaya, bir örümcek gibi örüyordun ağını, duvardan duvara, odadan odaya.
Kafanın karışması belki de zannettiğin kadar kötü bir şey değildir. Sislerin arasında yürürken önünü göremediğin için şikâyet ediyorsun, ama sis dağıldığı zaman karşında göreceğin şeylerle yüzleşmeye hazır olup olmadığını biliyor musun?"
Mama Nono, çocuğa hakikat arayışıyla ilgili büyük bir özlem aşıladı ama ona hakikate ilişkin bir ideoloji vermemeye daima özen gösterdi. Ona bu konuda öğütler vermek yerine gerçeğe ulaşmak için nasıl arayışa girebileceğini, daima dış görünüşlerin yanı sıra içsel olanı da görmeye çalışması gerektiğini ve dünyayı tam olarak fark edip, farkındalığının tadını çıkarmayı öğretti.
"Bir işte çalıştığı için memnun olan insan ya aptaldır ya da kendini kandırıyordur. Çalışmak doğaya aykırı bir kere. Hayvanlar çalışıyor mu? Ama insanoğlu denen yaratık bir düzen kurmuş, kendini de bu düzenin kölesi yapmış, dil dışarıda köpek gibi çalışıyor."
Hiç tanımadığın birçok insan var sana hizmet eden, ekmeğini pişiren, suyunu temizleyen, birçok arı senin için çiçekten çiçeğe uçuyor yenileri çıksın diye, tüm kâinat hizmetinde, güneş, yağmur, kar, rüzgâr hissedesin diye orada, onlara haklarını teslim et.
Tesla'ya göre bilim, insanlık adına geliştiği oranda değerlidir; vicdandan uzaklaşıp dünyaya zarar veren şeyin adı bilim değil, canlılığı geri götürmeye çalışan ölümcül hırsın bilim kılığına bürünmüş halidir.
Suların başını beklemeyi unuttu insanlık kendini dünyanın sahibi sanırken.
Asri zamanların kükürtlü dumanları, gazları içinde yağmur olmaya biriken kirli bulutların içinden geçerken görülen dünyanın sonu: Gitgide sular çekiliyor dünyadan.
Ruhları, hayatları, hikâyeleri, kâinatın gereklerini, varlığın sebeplerini dünyanın dilini gün günden kurutuyor insanlık. Sular çekiliyor dünyadan. Kestiğin ağaç, yaktığın orman, saldığın gaz, kazdığın çukur, açtığın taşocağı. Sular çekiliyor dünyadan. Habercisi: Tabiattan önce içinizdeki kuraklık. Gözlerinizdeki çorak. Sular tamamen çekildiğinde hiçbir hikâyeniz kalmayacak geriye yaşadıklarınızdan. Bunca yıl kendi cehenneminize odun taşıdınız. Söndürmek için bir katre olsun beklemeyin artık ummandan.
Şeyh İbrahim Dede ona şöyle dedi:
"Senin buraya gelmenin sebebi sadece bizim 'Gel' dememiz değil, ayrıca onların sana 'Git' demeleri. Hiç kimseye 'kötüdür' deme. Aslında onlar, bilmeden iyilik eden insanlardır."
Bir seferinde "Canım tatlı mı sence benim?" diye sorduğumda gülmüştün. Sanayi devrimine gıcığım, henüz senle tanışmamışım, fabrika ayarlarım yerle bir. Aynı sakızın yetmiş iki çeşidi olmasına saydırıyorum, rönesansın rö'sünü tamamlayamadan çürümekle karşı karşıya kalmışız ya, en çok da ona bozuluyorum.
"Kendi olarak, sana gelen-
sana gereksinimi olmadan, seni isteyen - sensiz de olabilecekken, senin ile olmayı seçen -
kendi olmasını, senin ile olmaya bağlayan - -
O, işte...
"Bendeniz ne Fransızların ne de herhangi bir ecnebi devletin yardımına tenezzül eden şahsiyetlerdenim; benim için en büyük koruma noktası ve kaynağı milletimin sinesidir." Mustafa Kemal ATATÜRK
"Kutu kutu pense" şeklindeki anlamsız kelime dizilişinin Fransızca dinle, dinle, düşün anlamındaki écoutez, écoutez pensez'nin kulağa hoş gelen uyarlamasından başka bir şey olmadığını duyduğumda çocukluğumun bir parçasının çalındığını hissettim. Neden en az iki kez dinleyip, en az bir kez düşünmemiz gerektiğini bize açık açık söylememişlerdi?
Biz manolya çiçekleri, dalları, yaprakları zarar görmesin diye pencereleri kapamaya korkarken birileri bu çocuklara, gençlere kıydı. Biz bir ağacın pencereden içeri dolan dallarına yapraklarına zarar vermekten korkarken bunlar olacak işmiydi?